"İçini Dökmek" Versus "İçine Dökmek"
Türkiye’nin ve bu arada dünyanın son 45-50 yılını tecrübe etmiş biri olarak, insanlar arası etkileşimde bariz değişen unsurlardan birisi “dil”in içeriğine dair olmuştur. Bunu gerek eğitim gerekse gündelik hayatın birçok alanında gözlemlemek mümkündür.
Bu
değişimin belki öncelikle sosyolojik zeminini netleştirmekte fayda vardır. Bir
kere “otorite” kavramının içeriğindeki değişim ve zayıflamanın burada ciddi bir
etkisi olduğunu söyleyebiliriz ki, post/modern düşüncenin burada bariz
etkilerini gözlemlemekteyiz. Zira postmodern düşüncede hiyerarşiye bir itiraz
vardır ve insanların yanyanalıkları esastır. Bu durum “otorite” kavramını
başlıbaşına bir sorunsal haline getirmektedir.
Buna
göre söz gelimi eğitimde öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişkide “otorite”
kavramı geri çekildiği için artık öğretmen öğrencinin gözünde bir otorite
değildir. Sınıfta ders anlatan bir personeldir. Bu bağlamda tecrübesi, bilgisi
ile öğrenciye yol gösterme, örneklik meselesi de giderek zayıflamaktadır. Bunu
öğrencisine yol göstermek ve yanlış davranışlarında uyarmak isteyen öğretmeni
bir kere kendi sınırlarına çekilmeye zorlayan bir mekanizmanın varlığı ile
öğrenci ve veli itirazlarında izleyebilirsiniz.
1980’li
yılların eğitimine baktığımızda, burada öğretmenin okul içi ve dışında bir
otorite olduğunu gözlemleyebilirdiniz. Öğretmenler okul dışında da öğrencilere
hayatla ilgili her türlü yönlendirmeleri yapmakta idiler. Hatta o dönemde
öğretmenlerin geçmişle ilgili anlatımlarında bu otorite sezinlenebiliyordu.
Aslında
o yıllar ve öncesinde hayatın içinde insan ilişkilerinde de benzer durumlar söz
konusu idi. Mahallenin büyüğü, ailenin büyüğü, bilgelik bu bağlamda önemsenen
otoriteler idiler. Fakat gereke mahallenin dağılması gerekse eski sosyal ilişki
biçimlerinin zayıflaması sonucu “aile büyükleri” kavramı bile zayıflamış
görünmektedir.
Burada
meseleyi daha da netleştirmek adına bazı tefriklerde bulunmalıyız. Birincisi,
“otorite” ile “otoriterlik” kavramı arasında bir ayrım yapmalıyız. Bir konuda
otorite olmakla otoriter tavırlar göstermek arasında farklar bulunmaktadır.
Otoritenin söz gelimi eğitimdeki meşruiyeti bilgi, tecrübe ve hikmet
üzerinedir. Ancak otoriter tavırlar karşıdaki muhataba baskı kurmak ve
zulmetmeye dönüşür. Bu açıdan söz gelimi eğitimde ve gündelik hayat
ilişkilerinde otoriter tavırlar insanların elbette hoşuna gitmez ve bunlardan
kaçınmak gerekir.
Bu
dönüşümün sonuçları itibarıyla bazı avantajları ve dezavantajları olmuştur. Bir
kere her türlü ilişki biçiminde otoriterlikten kaçınmak, insanlar arasındaki
ilişkilerin daha doğal olmasını sağlayacaktır. Üstelik de birçok şeye daha
gönüllü katılımları teşvik eder. Fakat toplumda yaşça, bilgice ve davranışça
daha tecrübeli olan insanların ve eğitimde öğretmenlerin daha henüz tecrübesiz
olanlara yol göstericilikleri kanaatimizce ihmal edilmemesi gereken bir
durumdur. Bu sağlanamadığı durumlarda insanlar arası ilişkiler “gönül dili”nden
uzaklaşarak resmiyet diline dönüşmektedir.
Bugün
izleyebildiğimiz kadarıyla birçok farklı sebeplerle insanlar arası ilişkilerin
öncelikle konuşma ve anlama yolunu izlemeden şikayete dönüşmesi, bir müddet
sonra insanların karşı taraftan sürekli bir şikayet unsuru çıkarılır
endişesiyle “gönül dili”ni terk ederek “resmiyet dili”yle konuşmasını
sonuçlamaktadır. Bu dönüşüm ise, önemli oranda insanların hayatlarını
yönlendirme, tecrübe kazanma vb. birçok kazancın kaybıyla neticelenmektedir.
Bir
noktadan sonra bakıldığında, insanların birbiriyle gönül dilini kaybederek
konuşması ise, kaygıyı artırmakta, konuşmanın gönül derinliğini kaybetmekte ve
tavsiyeleri geriye bıraktırmaktadır. Bu ise, “içini dökmek” yerine “içine
dökmek” tavrını sonuçladığından içsel gerilim üretmektedir.