Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

"İçini Dökmek" Versus "İçine Dökmek"

Türkiye’nin ve bu arada dünyanın son 45-50 yılını tecrübe etmiş biri olarak, insanlar arası etkileşimde bariz değişen unsurlardan birisi “dil”in içeriğine dair olmuştur. Bunu gerek eğitim gerekse gündelik hayatın birçok alanında gözlemlemek mümkündür.

Bu değişimin belki öncelikle sosyolojik zeminini netleştirmekte fayda vardır. Bir kere “otorite” kavramının içeriğindeki değişim ve zayıflamanın burada ciddi bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz ki, post/modern düşüncenin burada bariz etkilerini gözlemlemekteyiz. Zira postmodern düşüncede hiyerarşiye bir itiraz vardır ve insanların yanyanalıkları esastır. Bu durum “otorite” kavramını başlıbaşına bir sorunsal haline getirmektedir.

Buna göre söz gelimi eğitimde öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişkide “otorite” kavramı geri çekildiği için artık öğretmen öğrencinin gözünde bir otorite değildir. Sınıfta ders anlatan bir personeldir. Bu bağlamda tecrübesi, bilgisi ile öğrenciye yol gösterme, örneklik meselesi de giderek zayıflamaktadır. Bunu öğrencisine yol göstermek ve yanlış davranışlarında uyarmak isteyen öğretmeni bir kere kendi sınırlarına çekilmeye zorlayan bir mekanizmanın varlığı ile öğrenci ve veli itirazlarında izleyebilirsiniz.

1980’li yılların eğitimine baktığımızda, burada öğretmenin okul içi ve dışında bir otorite olduğunu gözlemleyebilirdiniz. Öğretmenler okul dışında da öğrencilere hayatla ilgili her türlü yönlendirmeleri yapmakta idiler. Hatta o dönemde öğretmenlerin geçmişle ilgili anlatımlarında bu otorite sezinlenebiliyordu.

Aslında o yıllar ve öncesinde hayatın içinde insan ilişkilerinde de benzer durumlar söz konusu idi. Mahallenin büyüğü, ailenin büyüğü, bilgelik bu bağlamda önemsenen otoriteler idiler. Fakat gereke mahallenin dağılması gerekse eski sosyal ilişki biçimlerinin zayıflaması sonucu “aile büyükleri” kavramı bile zayıflamış görünmektedir.

Burada meseleyi daha da netleştirmek adına bazı tefriklerde bulunmalıyız. Birincisi, “otorite” ile “otoriterlik” kavramı arasında bir ayrım yapmalıyız. Bir konuda otorite olmakla otoriter tavırlar göstermek arasında farklar bulunmaktadır. Otoritenin söz gelimi eğitimdeki meşruiyeti bilgi, tecrübe ve hikmet üzerinedir. Ancak otoriter tavırlar karşıdaki muhataba baskı kurmak ve zulmetmeye dönüşür. Bu açıdan söz gelimi eğitimde ve gündelik hayat ilişkilerinde otoriter tavırlar insanların elbette hoşuna gitmez ve bunlardan kaçınmak gerekir.

Bu dönüşümün sonuçları itibarıyla bazı avantajları ve dezavantajları olmuştur. Bir kere her türlü ilişki biçiminde otoriterlikten kaçınmak, insanlar arasındaki ilişkilerin daha doğal olmasını sağlayacaktır. Üstelik de birçok şeye daha gönüllü katılımları teşvik eder. Fakat toplumda yaşça, bilgice ve davranışça daha tecrübeli olan insanların ve eğitimde öğretmenlerin daha henüz tecrübesiz olanlara yol göstericilikleri kanaatimizce ihmal edilmemesi gereken bir durumdur. Bu sağlanamadığı durumlarda insanlar arası ilişkiler “gönül dili”nden uzaklaşarak resmiyet diline dönüşmektedir.

Bugün izleyebildiğimiz kadarıyla birçok farklı sebeplerle insanlar arası ilişkilerin öncelikle konuşma ve anlama yolunu izlemeden şikayete dönüşmesi, bir müddet sonra insanların karşı taraftan sürekli bir şikayet unsuru çıkarılır endişesiyle “gönül dili”ni terk ederek “resmiyet dili”yle konuşmasını sonuçlamaktadır. Bu dönüşüm ise, önemli oranda insanların hayatlarını yönlendirme, tecrübe kazanma vb. birçok kazancın kaybıyla neticelenmektedir.

Bir noktadan sonra bakıldığında, insanların birbiriyle gönül dilini kaybederek konuşması ise, kaygıyı artırmakta, konuşmanın gönül derinliğini kaybetmekte ve tavsiyeleri geriye bıraktırmaktadır. Bu ise, “içini dökmek” yerine “içine dökmek” tavrını sonuçladığından içsel gerilim üretmektedir.