İçimizdeki Suriyeliler
Ülkemizde, kavram karmaşası yaşanan, anlamı karıştırılan önemli bir mevzu da mülteci, sığınmacı, göçmen, kaçak göçmen kavramlarının anlamlarıdır. Bu karmaşaya bir nebze de olsa katkı sunmak istiyorum.
Mülteci:
Ülkesinde ırk, din, sosyal konum, ideolojisi nedeniyle baskı gören devletine
güvenini kaybeden, zulme uğradığı için ülkesini terk edip başka bir ülkeye
sığınma talebinde bulunan ve bu talebi bu anlamda kabul gören kişidir.
Mültecilerin hukuki statüsü vardır. Yani uluslararası anlaşmalarla özel statü
ve hukuki koruma sağlanıyor.
Sığınmacı:
sığınmacı ise mültecilik başvurusunun 'soruşturma' safhasında olduğu kişidir.
İskan kanunu 3/3'e göre "Türkiye'de yerleşmek maksadıyla olmayıp bir
zaruret ilcasıyla muvakkat oturmak üzere sığınanlara" sığınmacı denir.
Göçmen: ülkesinden ekonomik ve benzeri sebepler ile
gönüllü olarak ayrılan kişiye denir.
Kaçak göçmen: gittikleri ülkenin yetkililerine
kendilerini bildirmeyen, o ülkede izinsiz yaşayanlardır.
Ülkemizdeki Suriyelilerin 'mülteci' konumunda olduğu
biliniyor. Belli bir statü ve uluslarası anlaşmalara dayanarak hukuki koruma
altında oldukları ve bunun belli bir zaman ile sınırlı olduğu bilinmelidir.
Silahlı çatışmalar, siyasal ve ekonomik nedenler ile
kişilerin doğup büyüdüğü yerleri zorunlu olarak terk etmek durumunda kalması
trajik bir olaydır. Hemen yanı başımızda yaşananlardan kaynaklı olarak
uluslararası koruma arayan, güvenli bölge arayışına giren Suriyeli mültecilerin
ilk durağı, sığınağı elbette ki Türkiye olmuştur. Bunda Türkiye'nin güvenilir,
ortak bir tarihi geçmişe sahip olmanın ve din kardeşliğinin yanı sıra, bir
geçiş güzergahı olması da bu göçlerin öncelikli sebebi olması yadsınamaz fakat
gün geçtikçe göçlerin nicelik olarak artması, belli bir doygunluğa erişmesi
Türkiye'yi olumsuz olarak etkilemektedir. Şu bir gerçektir ki Suriyelilerin
barınma, beslenme, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarının karşılanması ekonomik
anlamda ciddi bir ağırlık oluşturmaktadır. Tüm bunlara sosyolojik açıdan
baktığımızda toplumda oluşan rahatsızlığın da farkındayız. Makedonya tabağı
metaforunda belirtildiği gibi Türkiye'de mülteci meselesi birbirine karışmayan
meyve tabağı halindedir. Tabakta meyveler yanyana olmalarına rağmen birbiriyle
karışmamış yani bir lezzet harmonisi görülmemektedir. Birbirine entegre olmamış iki milletin iç
çatışmaları ise giderek daha ciddi boyutlara ulaşarak sorun haline gelmektedir.
Peki ne tür çözüm önerileri sunulabilir?
Sınırda ya da bulundukları bölgelerde yardımda bulunmak çözüm olabilir.
Ülkedeki dengeleri bozan, kapasitesini zorlayan durum,
milliyetçilik duyguları yüksek iki milletin beraber yaşamaya çalışması sonucu
birçok iç probleme sebep olmaktadır. Sadece ülkeye kabul etmekle bitmeyen
mülteci meselesi, devletin üzerine bazı sorumluluklar yüklemektedir. Artan işçi
sayısı, düşen ücretle emlak piyasasındaki talep patlaması sonucu artan
fiyatlar, iki farklı kültürün toplum üzerindeki negatif etkileri gibi birçok handikabı
vardır. Tepkilerin artmasına bir diğer sebep, son dönemdeki Ukrayna-Rusya
savaşında, Ukraynalılar da görülen mücadele ruhunun Suriyeliler'de olmamasıdır.
Diğer önemli bir tespit de ülkesine dönmek isteyenlerin Kürt kökenli
Suriyeliler olması, Arap kökenli Suriyelilerin, bu geri dönüş hususunda bir
hayli isteksiz olmalarıdır.
Yaklaşık on yılı geçti. Biz onlara ensar olduk. Burada
doğan nice çocuklar oldu. Ama ne yaparsak yapalım onlar 'içimizdeki
Suriyeliler' olacaklar. Biz gerekirse
İdlib-Afrin gibi bölgeleri daha güvenli hale getirip onları oraya
yerleştirmeliyiz. Bu sorun o zaman sadece Türkiye sorunu olmaz. Avrupa ve
Amerika da fon desteği sağlamak zorunda kalır.
Öyle 'gidin' demekle de olmaz bu işler. Geldiler, barındırdık.
İş güç sahibi bile oldular. Şimdi öncelik, dünya barışını tesis etmede rol
almak ve onları güvenli bölgelere, planlı ve kademeli olarak yerleştirmek. Bize
yakışır bir şekilde, nasıl misafir olarak yüzümüzün akıyla karşılayıp ağırladıysak
öyle de uğurlayacağız Allah'ın izniyle...