İçimizdeki karanlıklar
Mersin’de 3 yaşındaki Müslüme Yağal’ın Hasan Yağal tarafından istismar edilerek öldürülmesi, hepimizi şok etti. Cinayetin detayları ortaya çıktıkça geçirdiğimiz şok ve travma arttı. 70 yaşındaki sözde dede Hasan Yağal’ın Müslüme’nin biyolojik babası olduğu gerçeğini öğrendik. Daha sonra Hasan Yağal’ın Müslüme’nin 14 yaşındaki ablasının da babası olduğu gerçeğiyle karşılaştık. Evin erkek çocuğunun da biyolojik babasının sözde dede Hasan Yağal olduğu basında yer almaktadır. Hasan Yağal’ın yıllardır gelinine tecavbüz ettiği ve ailedeki kız çocuklarını istismar ettiğini söyleyebiliriz. Önümüzde duran, ahlakın, maneviyatın, cinselliğin, ailenin, kısacası insana dair ne varsa her şeyin iflas ettiği ve çöktüğü kirli, karanlık ve kanlı bir vahşet tablosudur. İnsanlığımızdan utandığımız ve her şeyin bittiği bir noktada olduğumuzu gösteren korkunç bir vahşetle karşı karşıyayız.
Cehalet,
tecavüz, ensest, cinsiyetçilik ve şiddetin olduğu bir yerde ilim, irfan, hukuk
ve ahlak olmaz. Yıllarca toplumdaki karanlık, kirli ve kanlı ilişkileri,
insanların arif olduğu efsaneleriyle örtemeyiz. Cahiller, arif olamaz. İçinde
yaşadığımız toplum, kanlı, kirli ve karanlık insanları ve ilişkileri
barındırmaktadır. Kapalı hayat süren toplumsal kesimler arasında karanlık ve
kirli cinsel ilişkilerin yaygın bir şekilde varolduğu gerçeğiyle yüzleşmek
lazımdır.
Aileyi
yüceltmek yerine ciddi bir aile eleştirisine ihtiyaç vardır. Sözde dedenin
geliniyle yıllardır cinsel ilişki yaşayarak birçok çocuğun babası olması
şeklindeki karanlık ve kirli gerçeği, aileyi zayıflatıyor diye görmezlikten
gelemeyiz. Ortada aslında aile yoktur, aile etrafında üretilen ve tekrar edilen
mitler vardır. Aile mitlerini sorgulayarak, bütün insan ilişkilerimizi
sorgulamalı ve değiştirmeliyiz. Aile başta olmak üzere bütün sosyal
ilişkilerimizle hesaplaşmadığımız sürece her gün yeni Hasan Yağal gibi
iğrençlikler ve kadın cinayetleri şeklindeki vahşetler önümüze çıkmaya devam
edecektir.
Aile dahil
hiçbir insani yapı kutsal değildir. Bütün insani kurumları, ilişkileri ve
kişileri sorgulamayı öğrenmeye ihtiyaç vardır. Hasan Yağal vahşeti, sadece kötü
bir münferit vaka olarak geçiştirilemez. Aile içindeki denetimsiz, eşitliksiz,
ayırımcı, dayatmacı, kapalı ve dengesiz ilişkilerle yüzleşmeye ihtiyaç vardır.
Aile yapısı içinde cinayetin, şiddetin, tecavüzün, tacizin, ensestin ve daha
her türlü kötülüğün işlenebileceği gerçeğinin farkına varmalıyız. Aile,
ataerkilliğin kalesi olmaktan çıkarılmalıdır. Aileyi ve ataerkilliği bir bütün
olarak ele alıp sorgulamadan kadın ve erkek arasında insan haklarına ve onuruna
uygun ilişkilerin kurulması mümkün değildir. 70 yaşında bile olsa bir erkeğin,
aile içinde saldığı korku ve dehşetle, bir kadına kolaylıkla cinsel vahşet
uygulayabileceğini görmek lazımdır. Aile içinde gerçekleşebilecek eril
terörizmin hiçbir şekilde hafife alınmaması gerekmektedir.
Ensest, bir
cinsel ilişki değildir. Ensest, insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Ensestin
bir insanlık suçu olduğu konusunda bir bilinç oluşturulmalı ve bu bağlamda
gerekli hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Ensesti münferit bir olgu olarak
görmek yerine, onu karartılamayacak bir insanlık suçu olarak görmeye ihtiyaç
vardır. Hasan Yağal vakası, buzdağının görünen yüzüyle değil, görünmeyen
karanlık derin yüzleriyle yüzleşmemizin bir gereklilik ve ihtiyaç olduğunu
öğretmektedir. Ensest, şiddet ve cinayet gibi kadına karşı işlenen bütün
suçlara karşı bütüncül önlemlerin alınması ve politikaların uygulanması
gerekmektedir.
Cinsiyetçi
yaklaşımlarla çocukları ve kadınları şiddete, tecavüzlere ve tacizlere karşı
korumak mümkün değildir. Açık alanda olduğu gibi aile gibi özel alanlarda da
kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet ve tecavüzün her çeşidi suç sayılmalı ve
gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine rağmen
kadınları ve çocukları erkek şiddetinden koruyacak etkili ve işlevsel politikalar
geliştirilmemiş ve uygulamaya konulmamıştır.
Çocukların
ve kadınların onurunun korunduğu bir aile, şereflidir. Kadının ve çocukların
yaşam hakkı başta olmak üzere insan onurunun ve haklarının korunmadığı bir
yapıda, aile şerefinden söz edilemez. Ailenin şerefi şeklinde sahte yüceltmeler
yapmak yerine sahici bir şekilde insan hayatına saygı duymayı, kadını ve
erkeği, kız ve erkek çocuklarını birbirine eşit görmenin önemli olduğunu idrak
etmek lazımdır. Aile dahil bütün kurumları değerli yapan şey, insan haklarının
ve onurunun korunmasıdır.
“Kol
kırılır, yen içinde kalır” şeklindeki sorunların üstünü karartan yaklaşım,
şiddeti, tecavüzü, saldırganlığı ve hukuksuzluğu yaygınlaştırmakta, normalleştirmekte
ve meşrulaştırmaktadır. Sahteliklerle ve iki yüzlülüklerle yüzleşmeden ve
hesaplaşmadan içimizdeki karanlıklardan arınmamız mümkün değildir. Hasan Yağal
vakasının iğrençliği ve korkunçluğu, acil olarak içimizdeki karanlıklarla
hesaplaşmayı zorunlu kılmaktadır.