Dolar (USD)
34.00
Euro (EUR)
37.97
Gram Altın
2830.35
BIST 100
9975.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Kasım 2018

İçimizdeki canavar

Hep tuhafız. Bize iyi gelmeyen, ufkumuza gerçek manada bir güzellik yüklemeyen insan ve meseleleri ısrarla yakınımızda tutmak, kendi canavarımızı oluşturmak, yarattığımız canavarı da kendi enerjimizle besleyip büyütmek gibi bir hâl içerisindeyiz. Farkında olarak veya olmayarak ömrümüzün zaman aralığından, öfkemizden, yorgunluğumuzdan, sabrımızdan, hülasa kendimizden hibe ediyoruz canavarımıza. Onu bizden uzaklaştırdığımız, artık beslenemez duruma getirdiğimizde bir kayıp yaşayacağımızı, meselâ bir parçamızı yitireceğimizi falan zannediyoruz oysa hep geç kalmalarla anlıyor insan, “kâinat boşluk kabul etmez”;
Hazanı yolcu etmeden karşılayamayız baharı…

Bizler bir saplantıyı, bir kasveti, bir kararsızlık ve şüpheyi, yanlış bir insanı bünyemizde tutarak, onu sulayarak, zihnimizi ve maneviyatımızı meşgul etmesine, hızımızı kesmesine izin vererek kendimize en büyük kötülüğü yapıyoruz. Yolumuzda duran o külfetle kalbimiz arasına kalın duvarlar örebilmeye muktedir değil isek ya biz uzaklaşacağız ondan yahut onu bırakacağız uzağımızda… Dünyada yol alabilmenin başkaca çaresi yok çünkü… Mecburiyetten doğan bu uzaklaştırma hâli, zalimce geldiğinde kalbimize,“Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz” diyen rahmet güneşini hatırlayacağız. Hem bazen kötü telakki ettiğimiz bir detay, özünde iyi de olabilir fakat işte ay ışığıyla yan yana duramaz güneş. O sebeple kırmızı bir mahcubiyetle bize veda edince güneş, gökyüzündeki yerini alır ay ışığı da… Elbette bu güzel örnek, istisnai bir durum…

Canavar uykumuzu kemiren bir mesele. Çalmak ve sömürmekle doymayan insan. Canavar bizim şahıs ve meselelerle meşgul olmamıza, yaralanmamıza olanak tanıyan, âdeta bu yaralanmadan haz duyan, sonra da bizi bu yolda yalnız bırakan insan kalabalığı. Canavar, kalbimize dünyanın zehirli atıklarını yediren ellerimiz. Canavar, hayranlık makamında beklemek için çıldıran özümüzü, kötülüğe düğümleyen gözlerimiz. Canavar ısrarlı bir öfkede uzun molalar veren kulaklarımız. İzin verdiğimiz ölçüde yaklaşabileceğini, sızacağını, gireceğini bildiği halde hayata geçiremeyen benliğimiz.

Mehmet Rauf “Eylül” kitabının son kısımlarında Suat ve Necip’in temiz sevdasına bulaşan “şüphe” temi üzerinde durur. İletişim yokluğundan da kaynaklanan o zehirli şüphe içerisinde kıvranan kitap kahramanları, yüreklerini yiyen, adeta emen devasa korkunun, sağlıklarının celladı olmasına izin verirler. Bu şüphe onların yaşam tarzlarına süzülerek ruhlarını esir alır. Böylece günler ve haftalar, acı çeken, çığlık atan, kıvranan ruhlarının azabı içerisinde geçer.

Yine Servet-i Fünun romanlarından Aşk-ı Memnu’da Bihter, kendini ezen, küçülten, azar azar yok eden takıntılı bir sevide bırakır kalbini. Bihter, kendisine bir saadet ve huzur getirmeyeceğini hissettiği halde, kanserli bir hücrenin bedene yapışması gibi, ısrarla tutunur Behlül’ün ihanetine. Başlangıçta karşılaştığı farkındalığı, hızlıca uzaklaştırır âleminden… Varlığın ona durup durup sunduğu ikazları reddeder.

“İçimizdeki Şeytan”da Sabahattin Ali, Ömer karakterini esaret altına alan bir iç sese işaret eder. Bu ses, hassas ve cılız tabiatlar üzerinde daha radikal bir duruşla ispatlar varlığını;
O zaman, bütün fenalıkları yapanın asıl ben olmayıp içimde saklı duran ve fırsat arayan başka bir ben olduğunu sezer ve bana acırdın, beni kurtarmaya çalışırdın…”

Dünyamıza sıkı sıkı hapsettiğimiz, gitmelerine müsaade etmediğimiz canavarlarımızdan vazgeçelim. Uzun yollara, uzak uçurumlara armağan edelim onları… Anlatmaya çalışmakla harcadığımız zamanı anlamaya kâinatın şifrelerini anlamaya çalışmakla geçirelim… Gün, geceye gelmeden yorgunluğumuzu eksiltelim.

Selam ile

Nuray Alper