Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2977.89
BIST 100
10016.19
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İçimden Bir Şey Koptu!

Tebessüm çok yakışıyor simasına. Gülümsemesinin herkesi rahatlattığını fark ettim. İçtendir ,hatta gönlün en pazarlıksız yerinden gelen bir içtenliktedir gülümsemesi. Siması gibi sesindeki tebessümün de huzur verdiği aşikârdır.

Aylar önce sonbahar mevsiminin hayat bahşeden bir ilkbahar cumartesisinde karşılaşmıştık. Her zamanki gibi neşe doluydu ama biraz huzursuzdu. Yâd ettik dehrin hadisatını bir müddet. Ayrılık zamanı geldi. O, gülen yüzüyle, ben de mütebessim kalbimle kucaklaştık. Tekrar buluşmak üzere ayrıldık.

Bu seneki sonbaharda ilkbahardan arta kalan günleri biraz fazla yaşasak da, ardındaki hüzünler huzurumuzu kaçırıyor. Uzun zamandır gökler ağlamıyor sularımız azalıyor. Toprak rahmete muhtaç. Yürekler hakiki sevgiliden dünyalıklara kayıyor. Helal ile haram arasındaki sınır gittikçe yok oluyor. Cehalet ilme meydan okuyor. Taraftarlıklar her geçen gün daha radikalleşiyor. Hasılıkelam insan çoraklaştıkça çoraklaşıyor. Bunların yanında halvet ettiklerimizle ilgili ölüm ve hastalık haberleri bu sonbaharın en hazin halleri oluveriyor.

Günler hızla tükenmiş, o mütebessim sima ile tekrar bir araya gelme vaktimiz gelmişti. Aradım kendisini. Sesi her zamankinden daha nahif ama biraz neşesiz geliyordu. Üzülerek gelemeyeceğini küçük bir operasyon geçireceğini söyledi. Israrla operasyonun önemsiz olduğunu ama doktorların duruma el koyduğunu ifade etti. Çok üzülmüş ama sıhhatin her şeyden önde geldiğini söyleyerek geçmiş olsun demiştim. Ameliyat günü gelmiş ve zaman geçmişti.

Dalmıştım dünyanın hay huyuna. Unutmuştum bir ara ameliyatının ayrıntılı sonucunu. Mesaj çektim kendisine. Çok iyi olduğunu söyleyerek durumunu özetledi. Sonra detaylı konuşanlar, içinden bir şeyler koparılıp alındığını ifade ettiler. Çok üzülmüş ziyaret gününün gelmesini iple çekmiştik.

Nihayet yanındayız. Yine mütebessim bir sima ve nahif bir insan duruyor kapıda. Ama hafiften süzülmüş tebessümüne daha fazla bir içtenlik katmış bir edada. Yüzündeki beyazlık daha da artmış, lisanındaki tatlılık daha da şekkerleşmiş ama biraz bitkin düşmüş. Sevgilinin yolunu bekler gibi yolumuzu beklemiş bizim de onu görmek istediğimiz gibi.

İçerideyiz ve konuşmaya başladık. Kendisinin hayatın kıymetini çok iyi bilen birisi olduğunu söyledim. Ve;

— Efendim içinizin ağrıdığından haberiniz yok muydu.

— Acizliğin en dip noktalarındayım. Ne içimizi biliyoruz ne de içimizde olanları. Lakin dışımıza hakim olduğumuz gibi içimize de hep hakim olduğumuzu düşünüp aldanıyoruz. İçimden bir parça kopmuş biliyorum şimdi. Geç kaldığımı da anlıyorum. Daima dışıma baktığım gibi içimi de gördüğümü zannettim. Meğer ne çok aldanmışım. Hiç içimden haberim yokmuş.

Efendim üzerime hastalığı hiç almadım. Arada bir beni yoklamasına gülüp geçtim. Hatta bazen doktorlara ben ders veriyordum. Bıyık altından bir gün elimize düşersin der gibi olduklarını da görüyor gibiydim.

Neyse bundan bir kaç hafta önce fark ettim ki değişik bir şeyler oluyor içimde. Tuttum hastanenin yolunu. Aile hekimim bütün tetkikleri yaptı ve ultrason istedi. Gittim ve günler sonrasına randevu aldım. 28 Kasım dediler. Ben de umursamadım geldim işime. Hâlâ devam ediyorum normalimmiş gibi. Yolum bir vesile ile tekrar kesişti hastane ile. Başhekim arkadaşımdı. Bir çayını içmemi istedi. Şaka yollu sitemde bulunup durumu özetledim. Hemen beni yolladı radyoloji bölümüne.

Gittim. Kalabalıktı orası ve stres kat sayısı çok yüksekti. Canım sıkıldı ve ruhum daraldı. Yapacak başka şey de yoktu. Sert ve stresli bir doktor beni uzattı ultrasyonuma bakmaya başladı. Bir taraftan rapor yazdırıyor diğer taraftan da bana fırça çeker gibi neden bu kadar erken geldiniz diyordu. Israrla anlattığı ben miyim dedim. Doktor bey benden mi bahsediyor diye etrafıma şaşkın şaşkın baktım! Sonuçları alarak başhekim beye gittim. O da hemen konuyla ilgili mütehassısı çağırarak vaziyeti bana anlatmasını istedi. Bu defaki doktorlar daha nahif ve güven vericiydiler. İçimde olan yıpranmışlığın mutlaka tedavi olunması gerektiğini söylediler. Beni de bu duruma ikna ettiler. İşin vehametini hâlâ anlamamış, tamam gelirim diyerek ayrıldım hastaneden.

Neyse başınızı ağrıtmayayım ameliyat zamanım geldi. Tetkiklerim yapılıyor ve kanlarım alınıyor. Hatta kan alan hemşire bana bakınca;

— Korkuyor musunuz?

— Evet.

— Ben de korkuyorum ama işimi yapmak zorundayım, diyerek beni latif bir tebessüme visal etti. Nabzımın hızlı atmasından şekerimin yükselmesine gerçek korkuyu hissetmemden hastalığı hakkalyakin yaşamaya kadarki durumlar şükürler olsun normal bir insan olduğumu hatırlattı bana. Hayat bütün çıplaklığıyla ama zıtlarıyla zihnimi parça parça etti. Hastalığın o soğuk yüzüyle temas ederken gerçeğin bütün çıplaklığını artık yaşıyordum. Bilmek ve görmekten ziyade her şeyden farklı olan yaşamak benim kaderim olmuştu. Razıydım kaderime. İnancım itiraz yerine itaat etmeyi yolumu aydınlatan en büyük projektör olarak elime vermişti. İncindim ama şükürler olsun sarsılmadım.

Kestiler beni efendim, hem de büyükçe! Aldılar içimdeki habis uru. Şükürler olsun çok iyiyim. Bunun çok zor bir şey olduğunun farkındayım. Galiba mü’min ve mütevekkil bir müslüman olmak böyle zamanlarda belli oluyor. Allah mülkünde istediği gibi tasarruf ediyor. Ben modelim, O terzi. Ücretimi peşin vermiş modellik yapmam için. Kumaş da onun, terzilik sanatı da ondan. Dikilecek ebedi elbise için payıma bu kadar tasarrufa razı olmak düşer diyorum.

Hastalık ve hastane deneyimlerinin hayatın bir ezoterik oyunu olmaktan ziyade nasihat alınacak bir levha olduğunu belirtti.

Fazla yormak istemedik. Her zamanki gibi mütebessim ve hayat dolu siması nahif ve nezaket dolu haliyle bize mukabele etti.

Biliyorduk ayrılmamızı istemediğini. Biliyorduk kim olursa olsun ziyaretin kısa olanının makbul olduğunu.