İbrahim'in Nazargahı
Geçenlerde Ankara'dan şair-yazar dostum Mehmet Kurtoğlu geldi. Heybesinde kitaplar, yüreğinde şiir ve şuuruyla geldi. Yazıya başlarken delikanlı çağımızın sancılı denizlerinde onunla beraber dalgalandık. Bazen fırtına bizi aynı kıyıya atarken çoğu kez de farklı kıyılarda kendimizi bulduk. Ama elimizdeki pusula bizi hep aynı yönlerde hep aynı noktalarda buluşturdu.
Onun yeni çıkan kitapları üzerinde konuştuk. "Eski Dünyaya Seyahat ve İbrahim'in Nazargahı Urfa" adlı iki kitabını hediye etti. Onunla kitapları üzerine kritik yaptık. Bazen yazdıklarının derin imgeleri üzerinde tartıştık.
Onun Evliya Çelebi'nin gezdiği Urfa coğrafyasında tekrar gezerek hazırladığı çalışma ilgimi çekti. Neden "İbrahim'in Nazargahı Urfa" diye sorduğumda Yazarımız, bu sözün Evliya Çelebi'ye ait olduğunu, bu nedenle kitaba yakıştığını düşündüğü için başlık olarak kullandığını söylediydi. Kitaba başlarken Urfa'nın inançlar diyarı ve peygamberler şehrini merkeze alarak çalışma prensibini oluşturur yazarımız. Bu nedenle "İbrahim'in nazargahı Urfa" kutsal mekanlar merkezinden yola çıkarak bazen Evliya Çelebi bazen de kendi izinde yola çıkarak şehri yazmaya çalışmıştır. Bu anlamda yazar, öğretisini "kutsal su ve mağara kültü"nü Hz. İbrahim söylencesiyle özdeşleştirerek şekillendirmiştir. Buna, Urfa'nın farklı kültürlerin, dinlerin, dillerin, renklerin buluştuğu müstesna bir şehir olduğunu unutmadan yola koyulmuştur.
Ben, yazarımız Mehmet Kurtoğlu'nun daha önce şehir yazılarını okumuş biri olarak bu kitabın farklı bir kategoride değerlendirmesi gerektiğine inanıyorum. Daha doğrusu bu kitabın en az iki kitap şeklinde hazırlanması gerektiğini düşünüyorum. Neden mi? İlkin Yazarın yazılarında (ilk Yetmiş sayfa) Evliya Çelebiye göndermeler yaparak yazdığı yazılar var zaten. Bu yazılar biraz daha genişletilip müstakil bir çalışma oluşabilir. İkincisi Evliya Çelebi Seyahatnamesindeki Urfa ile günümüz Urfa'sı arasında mukayeseler yapılarak değerlendirmeler yapılabilir.
Yine de eser tahliline devam edelim. Evvela Evliya Çelebi Miladu00ee olarak 1680 tarihinde vefat ettiğine göre günümüz zaman farkı yaklaşık 334 yıl. Yani üç buçuk asra tekabül ediyor. Kitabın ilk yetmiş sayfasında yazar, ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin gezdiği toprakları yeniden gezmiş ve güncel bir gözlemle yeniden buraları kaleme almıştır. Yazar, yazısı içerisinde Evliya Çelebiye ve diğer tarih kitaplarına gönderme yaparak kurguyu oluşturuyor.
Mesela kitabın 62. sayfasında "Evliya Çelebi, Harran'dan sonra o dönemler Urfa'nın bağlı bulunduğu ama bugün Suriye sınırları içinde kalan Rakka'ya geçer ve Ceber Kalesi hakkında bilgiler veriru2026 Evliya'dan çok yıllar önce şehre gelen Seyyah İbn-i Cübeyr, Harran'ı "hiçbir güzelliği bulunmayan öylesine bir kent." Diye tanımlar. İbn-i Cübeyr, bunu hangi duyguyla söylemiş bilmiyoruz. Ama büyük ihtimalle Ceylanpınar'ın yemyeşil ve kaynayan sularından sonra çölün başlangıcı olan Harran ile onu hayal kırıklığına uğratmıştır."
Burada merak ettiğim konu, yazarımız daha önce yazdığı yazıları mı Evliya Çelebi'nin izinde yazmıştır. Yoksa yeni bir macera mı yaşamıştır. Sonuç, her ne olursa olsun günümüzden Evliya Çelebi'ye doğru giderken yaşadığımız şehrin veya şehirlerin Evliya Çelebi gözüyle nasıl anlatıldığı önemli. Bunun kadar önemli olan da şehirlerimizin bu gün de nasıl olduğudur. Bu nedenle benim kitapta bulduğum ile kitapta aradığım şey biraz farklı. Ben en azından dönemler arası bir mimaru00ee, eğitim, dinu00ee ve sosyal hayatlar arasında bir mukayese beklerdim.
Kitabın sonraki aşamasında Nihal Atsız'ın transkripsiyonlu ve Osmanlıca metni çok arkada kalmış. Bu metni yazar, kendi yazdıklarıyla karşılaştırma yapabilirdi. Ki kitabın ilk yetmiş sayfası Evliya Çelebinin izinde benim yazdıklarım dediğine göre karşılaştırmayı orada tutmasına saygı duyuyoruz. Fakat burada popüler çalışma mı yoksa ilmu00ee çalışmalar için bizim başvuracağımız ilmi çalışma mı sorusu geliyor aklımıza.
Biz, yazar Mehmet Kurtoğlu'nun Seyyahın izinde gezip gördüğü yerleri kaleme alırken halk efsanelerinden ve yerel kaynaklardan da beslendiğini öğreniyoruz. "Yalnızca Hz. Şuayb ile ilgili bir efsane anlatılıyor. Rivayete göre Mumsa, Şuayb'tan mucizevi asayı burada almış. Yolumuzu kesen bir çoban bizi, Şuayb peygamberin yaşadığı sanılan bir mağaraya götürüyor. Harabelerin içinden, taşların üzerinden atlayarak geçiyoruz. Kimi taş yapıların altı mağara. Çoban ayakta kalabilmiş koca taşlardan oluşan bir yapıyı işaret ederek "burası şehrin sarayı" diyor, biz de tasdik ediyoruz. Şuayb şehrinden sonra askerlerin konaklaması için yapılan Çimdin Kaleye, oradan da sabilik döneminde kalma Antik Soğmatar mağarasının bulunduğu köye gidiyoruz."
Kitap ve yazar hakkında düşüncelerimizi özetlersek şunları söyleyebiliriz. Evliya Çelebi kendi döneminde gezdiği Urfa ve çevresi çeşitli yönlerden incelemiş, kaleme almış, onun yazdıkları hakkında bazı bilgiler doğru olmamakla beraber tarihi şahsiyetine hürmeten itibar edilmiştir. Burada seyyahımızın bilgi eksikliği yöre insanlarıyla konuşmalarından onları dinlerken ve yazıya geçirirken yapılmış hatalar olduğunu düşünüyorum. Ve Seyyahımızın o dönemde Urfa'da anlatılan türlü efsaneyi gerçek bir bilgiymiş gibi aktarması da söz konusu.
Yazarımızın çalışmasına gelince de dönemler arası bir mukayese izlenimi net bir gözle görmezken onun şehir hakkında türlü efsaneye başvurmasında seyyahla arasında türlü farklılıkların göze çarptığını da müşahede ettim. Yine de 17. Asrın Osmanlı döneminde sosyal iktisadi, antropolojik ve folklorik kaynağını günümüzde de okuyucuların önüne farklı bir gözle çıkarmak adına bu eseri önemli buluyorum.