İbn Haldun ve tarih
İbn Haldun, İslam düşünce tarihi içerisinde orijinal en son isimdir denilebilir. Nitekim birçok analizimizde 1300’lü yıllardan sonra yarıştan koptuğumuzu belirtiyoruz. İbn Haldun, islam dünyasının krizinin farkına varan ve bunu tarih üzerindeki analizleriyle gerçekleştiren bir isimdir. Maalesef bu zamana kadar da İbn Haldun, gerçekten anlatmak istedikleri bağlamında ele alınabilmiş de değildir.
İbn Haldun, meşhur eseri Mukaddime’ye önce tarihçilere eleştiriler getirerek başlar. Bu eleştirilerin nirengi noktası, tarihçilerin aslına bakmaksızın önüne gelen tüm bilgileri nakletmesi; yani rivayetçi tarih mantığı. Tabii İbn Haldun bunların farklı sebeplerini de sıralar. Onun orijinalitesi tam da bu eleştirilerin arkasındaki önerisi ile başlamaktadır.
İbn Haldun “ictimai hadiselerin tabiatı” şeklinde bir kavramsallaştırmadan bahseder. Bu kavramsallaştırma, bir toplumsal olayın gerçekleşebilme imkanını tartışır. Bunun için de İbn Haldun, “insan”dan başlar; onun nitelikleri, nasıl davrandığı vb. birçok şeyi ortaya koymaya çalışır. Bu anlamda İbn Haldun antropolojiye de başvurmaktadır. Onun önerisi, önümüze gelen vakıaları, ictimai hadiselerin tabiatı açısından denetlemek, olabilirliklerini sorgulamak ve ondan sonra analiz etmektir.
İbn Haldun, gerek insanda gerekse toplumlarda “tabiatı” tespit ederken, aslında belirli sabitelere ulaşmaya çalışmaktadır. Hiç şüphesiz bu sabiteler ona tarihi okuma imkanı verecektir. O, “toplumlar birbirine suyun suya benzediği gibi benzer” şeklindeki sözleriyle böyle bir imkana vurgu yapmaktadır. Nitekim ortaya koyduğu birçok orijinal teori vardır. Hiç şüphesiz İbn Haldun teorileri bir açıklama biçimi olarak kullanırken, değişimi de görmektedir. Nitekim analizlerinde kırsaldan şehre, asabiyeden mülke değişimleri incelemektedir.
İbn Haldun’u tarihten bugünkü anlamda sosyolojiye yaklaştıran nokta da burasıdır. Tarihi sadece yatay bir düzlemde akıp giden olaylar şeklindeki rivayetçi tarih anlayışı nihayetinde dikey okumalara izin vermez. İbn Haldun’un burada yaptığı, hem öncesi ve sonrasıyla ilişkileri bağlamında tarihe bakmak, hem de tarihin bu şekilde olup olamayacağını “ictimai hadiselerin tabiatı” perspektifinden denetlemek. Açıkçası ikincisi daha dikey bir okumayı gerektirmektedir. İbn Haldun bu okumayı yeni bir ilim olarak görmekte ve “Umran” ilmi şeklinde isimlendirmektedir.
İbn Haldun’un okumalarından bugüne birkaç sonuç çıkarmak mümkündür. Birincisi, tarih hamasete, rivayete kurban edilemez. Tam da bu sebeple tarihi daha rasyonel ve maddi sebepleri de dikkate alan bir biçimde okumak gerekir. Bugün tarih, daha çok içerisinde insanüstü varlıkların eylem alanı şeklinde sunumlanmaktadır neredeyse. Bu aktörler tüm insani niteliklerinden soyunmuş olağanüstü kahramanlardır. Tarihi bu şekilde okumak, insanların ayağını yere basmasını engelliyor.
İkincisi, bugün Marksistler de İbn Haldun’a belirli ölçüde yer verirler. Bunun temel sebebi de, onun Marksist literatürde alt yapı olarak bilinen, tarihi akışta, siyasallık ve toplumsallığı belirleyen maddi faktörlere önemli oranda yer vermesidir. Hatta bazı değerlendirmeler İbn Haldun’u seküler bir düşünür olarak sunmaktadır. Muhafazakar perspektif, çoğunlukla tarih ve toplumu daha metafizik okumakta, bu maddi faktörlerin önemini neredeyse görmemektedirler.
Burada daha çok vurgu yapmak istediğim nokta, tarihi okuma biçiminedir. Mitosçu tarihçilik, toplumda naiflikleri artırmakta, retorik düzeydeki söylemlerin yanlış bilinç oluşturmasına izin vermekte ve tarihi insanüstü bir alan haline getirmektedir. Ancak tarih sade bir şekilde insanın yapıp etme alanıdır.