İbadet bilinci üzerine: 7 Abdest: 5
Allah’ı (cc) Yegâne Yaradan’ı, Rabb’i, Ma’bud’u kabul etmiş ve buna iman etmiş kimseler için en büyük nimet, en bulunmaz ihsan, en şerefli mutluluk O’na (cc)abd/kul olmak, olabilmektir.Kim hangi anlama çekerse çeksin;
İster bu köleliktir,
kullukturdesinler, ister kulluk şahsiyetsizliktir desinler umurumuzda değil.
O’na (cc) kuluz, abdiz, köleyiz. Yeryüzü bundan daha büyük bir bahtiyarlıkla
tanışmamıştır.
Bu kulluğun
bilincinde olanlar olarak başımız O’nun yolunda hiçtir hatta hiçten de hiç!
Başımızdan bahsediyorsak Alemlerin Malik’i Allah (cc) düşünmemiz için başımızı
var etti. Dikkat buyurun lütfen, “düşünmemiz için…”
Başımız bilgi
mahallidir. İşitme ile, görme, tatma ile, koklama, dokunma ile yani 5 duyu
organı ile elde edilecek bilgilerin beraber bulunduğu vücudumuzun bölgesi
baş/kafa dediğimiz bölümdür.
Rahmetiyle
bizi “hiç”liktençıkarıp varlık aleminde halk etti. Bizi hiçlik aleminden
buraya taşıması “hiç” olmadığımız anlamına gelmez: Azimüşşan Yüce Zat’ın
varlığı dışındaki bütün varidat aynı zamanda ‘hiç’tir.
Değil mi
ki sonlu bütün varlıkların,
Sonlu en
enen büyük sayının,
Sonlu
bütün evrenlerin, sonsuz olanın karşısındaki değeri “0-SIFIR”dır.
Bunu matematik ilmi de böyle söyler, akıl da, mantık da, felsefe de…
Evet, yanlış
okumadınız: Sonsuzun karşısında bütün varlık evreni sıfırdır, “HİÇ”tir,
yani “yok!” hükmündedir.
Sonlu her şey
sonsuza yaklaştıkça geride hiç kalır, yani YOK olur…
Bunun
idrakinde olan mü’minler abdest ibadetinde ‘Allah’a nasıl kul olunacağının’
ta’limini yapıyorlar. Ta’lim,“İnsanın arzu edilen bilgi ve davranışlara
sahip olması” ise;
Allah’ın
kullarının ibadet ta’limide; algısıyla, anlayışıyla, düşüncesiyle,
eylemleri ile Allah’a (cc) yaraşır kul-insan olmasını sağlar. Bu ta’lim ile
nasıl ki ellerin yıkanmasında, yüzün yıkanmasında kulluğun hakkını verme
gayreti var ise başın mesh edilmesinde de bu kulluk bilinci vardır.
Başın Mesh
Edilmesi
Abdest
ibadeti için başın mesh edilmesi Kur’an-ı Kerim’in buyruğudur. Başın neresi ya
da ne kadarlık bir alanın mesh edileceği belirtilmemiştir. Nebevî tebliğ
döneminde mesh bilinmeyen bir şey değildi. Oransal durum önem arz etmediği için
Resul-i Ekrem (sav) bazen başının büyük bir kısmını, bazen yarısına yakınını,
bazen de azıcık bir kısmını mesh etmiştir. Bu yüzden alimlerimizin bu konuda
farklı görüş ve ictihadları olmuştur. Öyle ki kimi alimlerimize göre baştaki
birkaç saç telinin ıslanması bile mesh için yeterlidir.
Dikkat
ettiyseniz burada da abdest ile organ temizliği ilişkisi görülmemektedir. Zira
bir kere elin ıslak halinin başın üstünde dolaşması ile bir temizliğin
gerçekleşmesi söz konusu olmuyor. Dolayısıyla başın mesh edilmesi bizlere başka
bir muradın varlığını gösteriyor:
Başımla
beraber!
Evet,
Rabbim!
Başım gözüm üstüne, emrin başımın üstündedir…
“Baş”ile
“başkanlık” arasındaki yakınlığı biliyorsunuz. Baş; görmenin, duymanın,
tatmanın, koklamanın, hissetmenin mekanıdır. Daha da önemlisi bu duyu organları
ile hissettiğimiz cümle “şey” yine başta bulunan beynimizle, aklımızla
anlar, kavrar ve onunla bir karara varırız. Baş böyle ayrıcalıklı bir özelliğe
sahiptir.
Keza,
Başımızdaki
beynimiz, aklımız sayesinde vücudumuzun herhangi bir yerindeki bir etki ve
tepki için bir karara varır, emir veririz.İç organlarımızla ilgili herhangi bir
durum yine başımızda duran beynimizle anlaşılır. Midemizin ağrısı, bağırsak
hareketlerimiz, kalp atışlarımız vs. kafamızın ilgi alanındadır.
Ve;
Organlarımızın
dışında hayallerimizi, rüyalarımızı, organlardan bağımsız olarak
düşüncelerimizi başımızda bulunan beynimiz yani aklımız vasıtasıyla kurar,
görür ve oluştururuz. Bütün bunlar beynin, aklın yani başımızın içindeki
faaliyetlerdir.
İşin bir
başka boyutu daha var:
Baş bütün
insanlık tarihi boyunca kibrin, üstünlük gösterisinin de sembolü olarak bilinmektedir.
“Burnu büyümek” de, “Baş’a çıkmak” da, “Havaya/göğe bakmak”
da baş ile alakalı olup kibir ve üstünlük ifadeleridir.
Ayrıca baş
her kültürde, her inanç ve düşüncede aynı zamanda isyan ile birlikte anılır.
İsyan, “başkaldırma” ile ifade edilir, anlam bulur.
Demem o ki
baş deyip geçmeyelim. Baş vücudumuzda başkandır, hakimdir, şeftir, komutandır.
Dolayısıyla başı Allah’a vermek bütün varlığını O’na armağan etmektir. Kaldı ki
baş ve her şey zaten O’nun (cc) değil mi?..
O zaman sadede
gelelim;
Biz abdest
için başımızı mesh ettiğimizde (üstelik boynumuzu da Sünnet-i Resulullah (sav)
gereği mesh ettiğimizde) Alemlerin Rabbi’nin huzuruna varmadan önce her türlü
nefsani, egoist duygulardan uzaklaşmayı,
Her türlü
kibir ve üstünlük barındıran şeytani hasletlerden teberri etmeyi,
Başımızı yani
benliğimizi O’nun rızasına sermeyi kabul ve ef’alimizle ikrar ediyoruz. Yani,
Huzur’a kul olarak değil: “kulu” olarak gitmeyi hedefliyoruz. Hani
Rabbimizinİblis’e, “İnne ‘ibâdî leyse leke ‘aleyhim sultân(un) vekefâbirabbikevekîlâ/Sen
‘benim kullarıma’ güç yetiremezsin. Vekil olarak Rabbin yeter!” ifadesindeki
“kullarım” olarak tarif ettiği kul var ya, işte öylece “kulu” olarak
Yüce Huzur’a gitmeyi gaye ve yegane arzu ediniyoruz.
Burada bir
inceliği de dikkatlerinize sunmak istiyorum:
Abdest için
suyu kullanmamız mümkün olmayınca teyemmüm edilir. Teyemmüm, toprak veya toprak
cinsi nesneye elimizi sürerek kollarımızı ovmak ve yüzümüze sürmektir. Ancak
başın meshi teyemmüm için uygun görülmemesi son derece anlamlı ve değerlidir.
Bunun sebebini namaz bahsine yazacağız inşaallah.
Baş için
özetlediğimiz kısmı bitiriyoruz ve abdestte ayakların yıkanması konusunu kısaca
özetlemek istiyorum.
Ayaklarımızın
yaratılışı gereği yönü daima ileriye doğrudur. Ne yana ne de geriye doğrudur
ayakların yönü.
Baş, ayağı
etkisi altına alarak fahr ve kibr ile yürümeye sevk eder. Oysa Kur’an’î buyruk,
“Rahman’ın kulları yeryüzünde alçak gönüllülükle yürürler…”şeklindedir.
Mü’min kibir ve caka satarak yürümemeli. Ayaklar kibirlenme halinde farklı
adımlarla yürümeyi sağlayacağı için günaha bulaşmıştır.Başın abdestte “temizlenmesi”
ayakları da temizlese de bir çeşit “suç ortaklığı” ya da “masiyette
itaat etmeme” ilkesini hatırlatarak ayakların da abdest ile arınması
gerekir.
Ayakların
yıkanması ile biz adımlarımıza dikkat etmeyi öğreniyoruz.
Gideceğimiz
iş ve yerin bizi günaha sevk etmemesini esas alıyoruz.
Haddimizi de
hattımızı da bileceğimizi, “Kibriya”lığın sadece Alemlerin Rabbi’ne ait
olduğunu ilan ediyoruz.
Ayaklarımızın
bizi olmamamız gereken yerlere sürüklediğini,
Gitmemizin
dinimizce uygun ve dahi farz olduğu mekanlara gitmede ise bize direndiğini
varsayarız. Ayaklarımızı yöneten baştaki aklımız olsa da, abdest ibadetinde
ayaklarımızı yıkamakla gittiğimiz masiyet dolu yerler için Rabbimizden af
talebinde bulunuyoruz ve gideceğimiz, sa’y edeceğimiz mekanlara dikkat
edeceğimize dair Rabbulalemine söz vermiş oluyoruz.
Burada başın
meshinde teyemmüm konusunu yazmıştık. Ayaklar içinde teyemmüm gerekmiyor. Namaz
bahsinde bu konuyu yazacağız inşaallah.
Şimdi abdest
ibadeti ile ilgili yazdığımız beş yazımızda anlattığımız abdestin gaye ve
hikmetlerini bilerek, kabul ederek bu bilinçle abdest almak ilebazı organlarımızı
yıkayarak temizleyerek abdest almak bir mü’min için aynı etkiye mi sahip?
Hangi inanç
ve hassasiyetle abdest alınırsa daha iyi insan oluruz?
Hangi gaye
ile abdest alınırsa bilgimiz, ahlakımız, insanlara, tabiata, Allah’a layık hale
gelir? Hangi tür abdest anlayışı Allah’a ve mahlukata olan muhabbetimiz hakiki eyler?
Cevap da
takdir de size kalmış. Abdest konusunu burada bitiriyoruz.
Her şeyin en
iyisini bildiği gibi en doğrusunu da Rabbulalemin bilir.