İbadet bilinci üzerine 1
Yaratılışın gayesi insanlığın ilk döneminden itibaren merakkonusudur: neden varız?
Ya da günümüzde de her insanın sorduğu gibi:
Ben kimim?
Neden buradayım?
Hangi amaca binaen varım?
…
Bu ve benzeri sorular ancak mahşer günü kâmilen cevabını
bulur, çünkü insanı aşan soruların cevabı da taşar insanı. Zorluğu bilinmekle
birlikte Semavî dinlerin müntesipleri (mü’minler) için bu soruların bir cevabı
vardır. Herkes için tatmin edici olmasa da dinlerin verdiği cevaplarla oluşan “iman” bu evrende yalnız ve başıboş olmadığımızı bilmemiz
açısından önemlidir. İbadetlerin
künhüne vakıf olanların nüsuklarda (çoğulu menasık) “öte” ile ilgili
yeterli bilinç ve form bulmaları zor değil.
Mesela Hac için ihram bu formlardan biridir. Keza namazdaki
duruşlar, oruç da “öte” form ve bilincini taşıdığını biliyoruz.
Aslında dini vecibelerin ama bilhassa nüsuklarda “öte”
ile ilişkisi çok barizdir. Bunu Esma-i Hüsna’yı zikrederken de görebiliriz,
namaz kılarken de, sadaka verirken de hatta bir taşa nazar ederken de
görebiliriz. Kaldı ki Bari Teala bizleri sorumlu tuttuğu nüsuklarla insanı
yaradılış öncesine kadar götürüyor. Ancak bizim tefekkürümüzde meydana gelen
arızalardan dolayı bunu fark etmede zorlanıyoruz. Zira bizim kendimizle
yabancılaşmamız söz konusudur. Diğer yandan dünya meşgalesi, yanlış dini
anlayışlarla birlikte bizi şekilcilikle sardı ve maalesef bu “sargı”
içinde çok bilgili ve mutlubir görüntü veriyoruz.
Dini vecibelerde “öte” ile ilişkiyi
görebiliriz dedik. Doğrudur. Mesela her Müslümanın şekli de olsa bildikleri
namazın “öte” ile ilişkisi vardır. (Zaten Rabbim
nasip ederse bu yazılarda bu ilişkiyi anlatmaya ve ibadetlerimizin gaye ve
hedeflerini anlamaya çalışacağız.) Namazdan önce abdest, niyet, kıyam, rukü,
secde, kuud, okumalar… bütün bunların “öte” ile bağı çok nettir herkes
görmese de.
Bu bağı görebilmek için ibadetleri tanımamız gerek. Biz de
inşaallah bu tanımayı kolaylaştırmayı hedefliyoruz.
Başta söylemek isterim ki; her konuda, ama istisnasız her konuda
en doğrusunu bilen Rabbulalemin’dir. Biz de bildiklerimizi sizlerle
paylaşıyoruz; yanlışlar, eksiklikler sadece ve yalnızca şahsımla alakalıdır.
O zaman namaz ile işe başlayabiliriz.
Namaz dediğimiz “salat” kavramı hemen
hemen konu ile ilgili yazılmış her kitapta aynı cümlelerle anlatılır: Allah’ın
(cc) günde beş vakit farz kıldığı ve kıyam, rüku, secde ve kuuddan ibadettir.
Kıraat olarak belli olan okumaları vardır, nicelik boyutu da bellidir.
Namaz konusuna geleceğiz lakin namazdan önce abdesti anlatmamız
gerekecek. Çünkü abdest olmadan namaz kılınamaz.
Namaz için abdest lazım:
Ellerin dirseklere kadar yıkanması, yüzün yıkanması, başın mesh
edilmesi ve ayakların da… Tabi ki ek olarak ağız, burun, kulakların su ile temizliği, ensenin meshi de sünnet
olan abdesttir.
Namaz için alınan abdestte vücudun belli organlarının su ile
yıkanması ve mesh edilmesi söz konusudur. Abdestte su ile yıkamanın gayesi
evvel emirde söz konusu organların temizlenmesi olmadığı açıktır. Çünkü abdest
aldıktan hemen sonra daha çoraplarınızı giymeden hafif bir gaz çıkarma, ya da
yabancı bir erkek ile kadının elinin bir parmağının 1 saniyeliğine de olsa
birbirine değmesi (bu Şafii Mezhebi gereğidir. Hanefilerde ise vücudun herhangi
bir yerinin kanaması durumunda) yeni baştan abdest almayı gerektiriyor. Oysa
biziyeniden abdest almak zorunda bırakan bu durumun vücut temizliğini gerektirecek
bir kirlilik oluşturmadığı açıktır. Ama buna rağmen abdest almanın gerekliliği
söz konusuysa meselenin maddi-fizikî temizliği aşan bir boyutunun olduğunu
anlayabiliyoruz.
Yani mesele vücudun kirliliğinde çok ötededir.
Pek çok Müslümanın abdest konusunda da namaz konusunda da
yaradılış serüvenimizin, insan olmamızla ve Müslüman insan olmamız arasındaki
sıkı ilişkiyi bilmediklerini biliyorum.
Peki, bilinmesi gerekiyor mu?
Evet, gerekiyor!
Bilmeden namazı kabul olur mu?
Evet, kabul olur. Ancak kabul edilmekle birlikte bu minvaldeki
ibadet anlayışıyla asırlardır şu soruya cevap bulamadık, bulamayacağız: Namaz
kıldıkları halde niyaz sahibi bu Müslümanların durumu neden böyle..? Halbuki Allah cc “…Namaz münkerden
(kötülüklerden) ve fahşadan (yüz kızartıcı arsızlıklardan) alıkoyar…” buyurmuş.
Bu paradoksal görüntü arz eden durumun içinden çıkmak için ibadet bilinci de
olmazsa olmazdır.
Evet, bu soru ve sorunsala makul bir cevapbulamıyoruz ve cevap
için işin kolayına kaçıyoruz:
-Kur’an’a tam olarak uymadıkları için,
-Kur’an’a ve Sünnete uymadıkları için,
-Kur’an’a, Sünnete ve alimlere uymadıkları için,
…
Gerekçeleri bu minvalde sıralayabiliriz.
Doğrusu bu gerekçelerde bir haksızlık yok lakin uymamızı
istedikleri Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Nebi ve müçtehitlerle ilgili serdedilen
sözlerin ayaklarının yere basmadıklarını bilmek zor değil. Yani tespit doğru,
lakin tespitlerin içini doldurma hususunda yani uymamız gereken kaynaklara
hangi anlayışla, nasıl uyulması gerektiği konusunda tatmin edici bir açıklama
yapılamıyor.
Ha, bu tespitlerin içini dolduranlar olmamış mıdır?
Elbette ki biz de bildiklerimizi, eline su dökemeyeceğimiz kadar değerli
alimlerin bu konuda yazdığı
eserlerden öğreniyoruz. Onlar yazmışlar lakin fikirlerinin yaygınlaşmasına imkân
tanınmadığı kanaatindeyim. Bu
konuda dert yanan diğer bir kesimin ise eserlerine bakıyoruz orada da sathi
bilgi dışında bir şey yok. Pek
çok konuda olduğu gibi bu konuda da sathi yaklaşımlarla işin kolayına
gidilmiştir.
Mesela en çok okunan bir Hocanın yazdıklarında, “Namazı huşu ile,
huşu içinde kılalım” yazıyor.
İyi de yaradılış gayesini ve
serüvenini bilsin ki, Rabbini gereği
gibi takdir etmenin yordamını bilmeli ki ve bu konuda namazın ne’liğini bilmeli ki namazında huşu duyabilsin. Yoksa kime, neden,
nasıl huşu duyulsun?
Devam edeceğiz inşaallah…