Hz. Muhammed'in (s) 'Z' Kuşağı
Bir tarafta; Arap Evs ve Hazreç kabileleri, diğer tarafta; Yahudi kabileleri, Yahudiliğin Hristiyanlıkla karıştığı, Putperestlikle harmanlandığı aşırı kozmopolit bir kent düşünün.
Yüzyıllarca;
bazen birbiriyle, bazen da; dış tehditlere karşı topyekûn savaşmış, savaşla
hayat bulmuş, Putperestliğin ölçü alındığı, kabile kanunsuzluğunun kanun
sayıldığı bir ortamda çekinmeden bir şeyler anlatıp duran bir genç kent
ahalisinin dikkatinden kaçmamıştı.
Gün
ortasında ve bahçelerden birinde; Medineli Müslüman Esad Bin Zurare’nin
eşliğinde etrafına topladığı bir gurup gence Kur’an’dan ayetler okumaktayken
mızrağıyla birisinin tepesinde dikilmiş durduğunu gördü.
Burada ne
işin var, neden insanları aldatmaya çalışırsın? Canından olmak istemiyorsan
buradan derhal kalkar gidersin! Diyordu ona.
Gayet yumuşak ve nazik bir dille karşılık verdi; genç adam.
Mızraplı
adam sakinleşti ve mızrağını yere saplayıp oturdu. Ve genç adam; başladı ayetlerden
bölümler okumaya. Ayetlerin o eşsiz iksiri muhatabını mest etmişti.
Bu dine
girmek için ne yapmalı, diye sordu.
‘Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah’ demen
yeterlidir; diye cevapladı.
Genç adam
muhatabının Evs kabilesinin ileri
gelenlerinden Üseyd Bin Hudeyr olduğundan ve ayrıca Evs Kabilesinin Reisi Saad Bin Muazın da yakın bir civarda
beklediğinden habersizdi.
Üseyd Bin
Hudeyr arkadaşına döndü Müslüman oldum dedi. Arkadaşı hiddetlendi ve bir hınç
ile genç adamın yanına geldi. Genç adam, onu
da sakinleştirdi ve Kur’an’dan ayetler okudu.
O da
Müslüman oldu ve arkadaşından daha ileri bir adım attı; kabilesine İslam’ı bizzat kendisi tebliğ etti.
Ve İslam’a
hep birlikte girdiler.
Bu genç adam üçüncü göbekten Hz. Muhammed (s) ile aynı soydan gelen
Ümeyr’in oğlu Mus’ab’dı.
Ailesi; savaş zamanlarında kabilenin sancaktarlığını üstlenen Benî
Abdüddâr’a mensup Kureyşin ana
kollarındandı.
Musab Bin Ümeyr, yirmi beş yaşlarındaydı; bolluk ve zenginlik içinde
yetişmişti. Mekke’nin hızlı yaşayan eyyamcı gençlerindendi.
Genç, orta
boylu, güzel yüzlüydü. Kıvrım kıvrım, uzun siyah saçlı, nazik, yumuşak huylu,
son derece zeki biriydi. Güzel giyinen, her dilediğini önünde bulan Mekke’nin
en zarif, en narin gözde delikanlısıydı.
Hz. Muhammed’e (s) fiziki
benzerliğiyle bilinirdi.
Ve Musab’ın hayatı Ebu
Abdullah El Arkam’ın evinde katıldığı bir gizli toplantıda bir anda değişti.
Hz. Peygamber’e (s) ilk
dinlediği bu toplantıda sorgusuz sualsiz inandı ona kayıtsız şartsız tabi oldu.
Peygamber’in (s) yanına gizlice gidip geldi,
namazlarını gizli gizli kıldı.
Ailesi haber alınca onu evde mahzene
hapsetti, günlerce aç ve susuz bıraktı, yakıcı güneş altında ağır ve katlanması
zor işkenceler yaptı.
Ama olmadı!
Musab, sonunda evini terk
etti. Her gece bir yerde geceliyor, eline ne geçerse onu yiyor, içiyor,
giyiyordu.
Hz. Muhammed (s) vahyin
beşinci yılında onu 38 kişilik gurup arasında Habeşistan’a gönderdi.
Gurubun dönüşünde yaşananları Hz. Ali şöyle
anlatmıştı:
Mus’ab Habeşistan’dan geri dönmüştü üzerinde yamalı
bir elbiseden başka bir giyeceği yoktu. Allah’ın Resulü onun bu halini görünce,
gözleri yaşla doldu ve şöyle dedi:
‘ Kalbini Allah’ın nurlandırdığı bu kişiye bakın! Anne
babası onu en iyisiyle giydirip, yedirip, içiriyordu. Hepsini Allah için terk
etti. Allah ve Resulünün sevgisi onu bu hale getirdi’.
Medineli Hazreç kabilesinden Esat Bin Zurare ve Zükran
Bin Ebu’l-Kays; Hac mevsiminde Peygamber (s) ile tanışıp İslam’ı kabul
etmişlerdi.
Esat Bin Zurare, bir süre sonra beraberinde altı
kişiyle Mekke’ye yeniden geldi ve Mina’da ‘Akabe’ adlı bölgede Hz. Muhammed (s)
ile buluşup İslam’da ilk biat yemini olarak bilinen ‘Akbe Biatını’ ettiler.
Hz. Peygamber (s) bu biattan sonra İslam’ı tebliğ için
Musab’ı Medine’ye gönderdi. Ona ‘Medinelilere Kur’an’ı okumasını, İslam’ın emir
ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını' emretti.
Medine’de
Evs ve Hazreç kabilesinden birçok ailenin İslam’a girdiği dönem işte bu dönemdi.
Bir sonraki hac mevsiminde Musab ve Ebu Zarare; ikisi
kadın yetmiş beş kişiyle Mekke’ye geri geldiler. Bu gelişlerinde Hz. Peygamber
(s) ile yapılan toplantı; ‘İkinci Akabe Biatı’ olarak tarihe geçti.
Mus‘ab, Mekke’de üç ay kaldı ve ardından yine Medine’ye
döndü.
Medine’de Müslümanları
ağırlayacak ortam hazırdı ve Medine’ye göç başlamıştı.
Hz. Muhammed (s) göç
sonrası onu Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş yaptı.
Hicretin birinci yılındaki
Bedir savaşında Hz. Muhammed (s) geleneği bozmadı ve İslam sancağını Mekkelilerin
sancaktar ailesi mensubu olması hasebiyle
ona teslim etti.
Bir yıl sonraki Uhud savaşında
da İslam ordusunun sancağı yine Musab’ın
ellerindeydi.
Savaş sırasında Müslüman
okçular mevkilerini terk edince; düşman orduları Müslümanları arkadan sardı ve Hz.
Muhammed’in (s) bulunduğu komuta merkezi yoğun bir saldırıyla karşı karşıya
kaldı.
Musab, Hz. Peygamber’in (s)
yanından ayrılmamıştı; elinde sancağı ve giyindiği iki kat zırhıyla gelen
saldıranlara karşı onu korumaya çalışıyordu.
Peygamber’e arkadan
yanaşmak isteyen bir Mekkeliyi gördü ve kendisini onun üzerine attı. Darbeyi
Musab karşıladı; aldığı kılıç darbesiyle sağ kolunu kaybetti.
Ve sancağı sol eline aldı.
Peygamber’e yönelen
kılıçların önünde durmaya devam etti ve sol kolunu da kaybetti.
Sancağı bu defa göğsüne dayamıştı.
Düşman ordusundan İbn-i
Kâmia adında biri Peygamber’in (s) bulunduğu mevkiye çok yakın mesafede
duruyordu.
Ve İbni Kaime, Musab’ı
Peygamber (s) sandı ve okunu doğrultarak attı.
İbni Kaime, Musab’ın yere düştüğünü
görünce; Muhammed öldü! Muhammed öldü diye avazı çıkıncaya kadar bağırdı.
Mekkeliler bu haberi
duyunca savaşa devam etmeye gerek kalmadığını düşündüler.
Mızrap’ın Peygamber’e (s)
değil Musab’a isabet ettiği anlaşıldığında çok geçti.
Müslümanlar Hz. Muhammed’in
(s) çevresinde toplanmış onu güvenli bir yere almışlardı.
Düşman orduları da savaş
alanından çekilmişti. Bir kısmı; yakın bir tepeye sığınmış, bir kısmı da;
Mekke’ye dönmek üzere yola koyulmuştu çoktan.
Müslümanlar
Musab gibi İslam’ın birçok erini bu meydanda şehit verdi. Hz. Muhammed’in
Amcası Hz. Hamza da burada şehit düşenler arasındaydı.
Bu ikisi Peygamber’i
(s) en çok etkileyen şehitlerdendiler de aynı zamanda.
Hz. Muhammed
(s), Musab’ın başı ucunda durdu. Onun Allah’a ve resulüne karşı gösterdiği
eşsiz sadakatin bir nişanesi olarak Ahzâb süresinin 23. Ayetini okudu:
‘Mü’minlerden
öyle (mert
ve metin) erler vardır ki, Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece
onlardan kimi adağını gerçekleştirip (Hakk uğrunda canını vermiştir), kimi de (gönülden cenneti ve
şahadeti umup) beklemektedir. Onlar hiçbir vazgeçme ve yan
çizme (bedel ve bahane) ile (Allah adına verdikleri sözlerini) değiştirmemişlerdir.’
Asırlar boyu Müslümanları üzen başka bir neden de vardı ki, onu
da; olaya şahit olanlardan Habbâb Bin Eret şöyle anlatmıştı:
Mus'ab Bin Umeyr, Uhud'da
şehit düşünce, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulamamıştık.
Hırkayı baş tarafına
çektik, ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı.
Allah’ın resulü bize: Hırkayı baş tarafına çekiniz! Ayaklarını
otlarla kapatınız! Buyurdu.
Bu acı hiç unutulmadı, hep
anlatıldı ve anlatılacak da..
Musab Bin Ümeyr; İnsanlık
tarihinde eşi benzeri az görülmüş en nadide fedakârlık örneklerinden biridir.
İnanca, samimiyete ve bağlılığa dair; gençliğe verilen en üstün kişilik örneklerden biri oldu ve sonsuza dek de böyle olmaya devam edecek.