İslam Dünyası'nı Doğal Harmonisi ve Kültürel Ritmi içinde Nitelikli Okuma ve Anlama Klavuzu
Bireysel ve toplumsal süreklilik ve değişim dinamiği olarak İslam’ın insanın kendisiyle, tabiat ve çevresiyle barış içinde bir arada yaşama deneyimini zenginleştirerek her türlü iç ve dış bariyerden kaynaklanan bağımlılıkları aşarak Allah’la buluşma yolundaki özgürlük serüveni olduğu söylenilebilir. İslam Dünyası’nı tam olarak olduğu gibi algılamak ve anlamak toplumsal, tarihsel ve insani katmanları tek tek ve toplu olarak mikro, normo ve makro seviyelerde tahlil ve terkibi zorunlu kılıyor. Bilhassa Batı merkezli “eurocentric” ya da göz-merkezli (ocularcentrism) yaklaşımlara endeksli kolonyalizmle bütünleşik modernizmin tekçi rasyonalitesi çerçevesine sıkışıp kalarak, farklı akılları, deneyimleri, insani ve kültürel bağlamı değerlendirmeye dahil etmemek bizi gerçeğe ve hakikate daha çok yaklaştırmayacaktır. Son 200 yılın harici/dışsal kaynaklı sömürgecilik ve yayılmacılığına karşı İslam Dünyası’nı ayakta ve hayatta tutan üç temel dahili, enfüsi kültürel parametrenin sırasıyla Kur’an-ı Kerim’e bağlılık, Hz.Muhammed’e canı gönülden duyulan muhabbet ve kadim insanlık sevgisi olduğu dikkati çekmektedir. Pakistan Başbakanı İmran Han’ın 2019 BM konuşması bu duruma net bir ayna tutmaktadır: “Bizim Peygamberimize olan sevgimiz kalbimizin derinlerine kök salmıştır. Ona yapılan saygısızlık bize çok acı verir. Lütfen bunu anlayın”. Yine 28 Ekim 2020’de Mevlid Kandili dolayısıyla yaptığı konuşmada TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hz.Muhammed’e yapılan hakaret ve saldırılara karşı çıkmanın bir şeref meselesi olduğunu vurgularken, kendisine yönelik kimi olumsuz yayınların Hz.Muhammed’e karşı yapılan saygısızlık yanında konuşulmaya değer olmadığını belirtmesi, bütün bir dünyaya konuyla ilgili verilmiş en net mesajlar olarak dikkati çekmektedir. Bu konunun ifade hürriyetinin ötesinde başka inanç mensubu olanlara karşı geliştirilen ‘nefret dili ve söylemi’ kapsamında ele alınmaması Batı dünyasındaki demokrasi anlayışıyla ilgili çifte standarda tipik bir örnektir. İslam söz konusu olduğu zaman, bilinen sebeplerden dolayı, maalesef hem doğuda hem batıda inanç hürriyeti ve kutsal olana saygı ve benzeri temel insani yaklaşımlar gündemden düşürülmek istenmektedir. İslam Dünyası içindeki iç ve dış kaynaklı çelişki ve çatışmaların ana kaynağı bu temel inancın ve durumun bilinmesine rağmen hâla hazmedilememesi olarak düşünülebilir. Buna dair gerçeklikleri –birbirini hiç tanımayan müslümanların selam, ezan ve salavatla nasıl doğal bir atmosfer içinde kaynaşabildiklerine dair– Batılı seyyahlar ve şarkiyat araştırmacıları da gözlemlemişler ve paylaşmışlardır. Rusya’nın ünlü düşünürü A.Dugin’in 17 Ekim 2020’de Mülkiye 4. Kongresi’ndeki çevrimiçi konuşmasında vurguladığı, ‘’Yeter ki zihinlerimizi Batı kolonyalizminin bağımlılık ve esaretinden kurtarabilelim’’ görüş ve yaklaşımı kendimizi ve mazimizi bir başkasının ön yargısı ile küçük görerek önemsizleştirip değersizleştirmeden olduğu gibi ele alabilmemiz noktasında anlamlı bir tespittir.
Her türlü terörü ve insanlığa yönelen vahşeti ve dehşeti temelinden ve kuruluşundan itibaren reddeden İslam kültür ve medeniyeti, barış ve kardeşlik içinde bir dünyanın yol haritasını ilk günden itibaren ortaya koymaya çalışmıştır. Değişim ve süreklilik içinde harmoni arayışı, kültürel doku ve canlılığı kendine has ritim ve renkleriyle koruyarak, Ortadoğu başta olmak üzere tüm havzada hep varolmuş ve tesirini sürdürmüştür. Petrol ve enerjiden kaynaklanan zenginliklerden dolayı sürekli savaşlara ve krizlere malzeme yapılan coğrafyadan yeni gür sesler ve mesajlar da yükselmeye başlamıştır. İç ve dış muhitlerde bilinçli bir ihmalle moderniteyi de içerip aşabilecek yeni akıl mimarisine geçit verilmek istenmemiş olsa dahi, bugün artık eski tarihselci ve ideolojik tahakküm yönelimli zihniyet, görünenin aksine iyice zayıflamış durumdadır. İçsel ve dışsal engeller ve bariyerler her seviyede ve platformda etüt ve analiz edilmektedir.
• YAŞAM PRATİKLERİ VE BİLGİNİN IŞIĞINDA KUR’AN-I KERİM’İN HAKİKAT VE AYDINLANMA İLE YENİDEN KEŞFİ
Tek Tanrılı dinlerin sonuncusu ve en kapsamlı ve mütekâmili olan İslamiyet’te, Kur’an-ı Kerim –insan, kültür ve medeniyete dair kadim referans metin olarak– orjinalitesini koruyarak ilk günden bugüne kadar elimizde tahrif edilmemiş halde mevcuttur. Yine bu doğrultuda Allah’ın Kitabını insanlığa açıklayan sahih hadisler külliyatı da kaynak olarak bozulmamış halde vardır. Kitap ve Sünnet geleneği İslam’ın ana akım meşruluk çizgisinin korunmasında esası, sağlam zemini teşkil etmiştir. Alimler ve bilge insanların katkıları olan usul ve metodolojinin tezahürü, bu mirasın süreklilik çizgisi ve anahtarı olmuştur. Günümüzde bütün dinler ve inançlar için gerekli görülerek söz konusu edilen kritik yaklaşımlar İslam Dünyası için zaten bu konuda akıl ve mantık kapsamında tenkid geleneği en baştan beri mevcut olduğu için majör değil minör etki yapmaktadır. Ancak söz konusu metinlerdeki tarihsel, ideolojik, politik ve toplumsal etki ve tasarrufların durumu titizlik, özen (takva) ile yeniden olduğu gibi anlaşılma, inşa ve ihya ihtiyacı ile karşı karşıyadır.
Özün nuru, gözün ışığı ve sözün aydınlığı hakikat ve adalet çizgisindeki her türden büyük toparlanmalar ve buluşmalar için gereklidir. Modern çağın bariz vasfı ‘niceliğin egemenliği’ olduğu için varlık-bilgi ve değer boyutlarında ruhun derinliklerinden gelen otantik, sahici açılım ve keşifler tam olarak gerçekleştirilememiştir. Niteliğin egemenliği adına yola çıkanlar da aklı ve moderniteyi ıskaladıkları için kısa bir süre sonra çamura saplanıp kalabilmektedir. Çocukluk çağına ait hayaller ve oyunlar nasıl ki rüyaları bile süsleyip bir süre sonra çepeçevre bizi kuşatıyor idiyse, hayat yolculuğunda da benzer durumları farkında olarak ya da olmayarak tekrar tekrar yaşıyoruz. Maalesef İslam gibi kadim değerlerin ve doğruların tevhid eksenli son Vahiy dini, İbrahimî mirasın Zümrüdü Anka’sı Hz. Muhammed’in (sav) bütün hatırlatma, tebliğ ve uyarılarına rağmen içinde bulunulan çağın baskın karakteristiklerine göre biçimlendirilip yönlendirilmeye çalışılıyor. Buradaki temel belirleyici faktör lehte ya da aleyhte oluşturulan güç dili ve hakimiyet sembolleri oluyor. Duygusallıkların ve kişiselleştirmelerin kaygan zemininde usul ve metodolojinin ana unsurları buharlaştırılıyor. Oku, düşün ve anla, değerlendir ilkelerine özen gösterilmiyor. Bu yüzden toparlayıp sonuca gitme imkanı ve işin sağlamasını yapma ihtiyacı realiteye göre değil sosyal, politik ve ekonomik sonuçlara ve şartlara göre yapılıyor. Kazancın kayba dönüşmesinin ana sebebi gerçek üstü bir yorumlama ile psikoloji ve sosyolojiden kopuşlar gibi görünse de, temel belirleyiciler hakikatsizliğin eşlik ettiği bilgi, sevgi, sezgi eksikliğinin yanı sıra moralsizlik, takatsizlik ve keyifsizlik dikkati çekiyor.
Vahyin nuru ve aklın ışığı ‘akleden kalpler’ ifadesinde muhteşem yansımasını bulsa da gündelik pratikler ve basit gerçekler bizi ‘tecrübelerimizin kürek mahkûmu yapıyor’. Toplumsal hayatın seremonik ritim ve cazibesi ideolojik tarih okumaları ve bilgi kırıntıları ile toplamı sıfıra müncer bir gurur ve aldanma ile aklımızı başımızdan alabiliyor. İnsanın Allah’a olan imanı ve güveni zirveye çıkarsa Hz. Ebubekir’in takva titizliği ve hesap günü duyarlılığı ile söylediği ‘’keşke anam beni doğurmasaydı’’ ve Hz. Ali’nin sakallarını tutarak ‘’Ey nefsim ve ey dünya, bırak git beni aldatmaya çalışma; senin peşinde koşanları aldat’’ sözlerini daha güzel anlamlandırır. Çin özdeyişini hatırlamamak mümkün değil elbette: “ Başkalarını bilen zeki; kendini bilen akıllıdır. Başkalarını yenen kuvvetli; kendini yenen kudretlidir”. Hz. Peygamber (sav), ‘’ağızların tadını bozan ölümü sıkça hatırlayın’’ ve ‘’hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz ve yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz’’ derken Müslümanları ve insanları ikaz ediyordu. Kur’an’ı, aklın ve çağın bilgi birikiminin analizini de dahil ederek derinlemesine düşünmek kültürel canlanma için şarttır. Tefekkürü dahil ederek insan gerçeğiyle ve sünnet odaklı olarak Nübüvvet hakikatiyle mebde ve mead vizyonuyla okumak gerekiyor. Nübüvvet hakikatinin kıyamete kadar temsili ve tecellisi olarak görülebilecek ‘velayet nuru’ küçük akıl oyunlarına terk edilerek reddedilmemelidir. İlim-amel ve ihlas bütünlüğü içinde terazinin bilgi ve sevgi taraflarını dengede tutabilecek akıl ve tecrübe ustalığını ihmal en temel mesele olarak görünüyor. Velhasılı kelam özne olunduğu unutulacak derecede nesneler dünyasına bağlılık oldukça düşündürücüdür. Allah ve ahiret günü için (geleceğin inşası için) hazırlık ve azık kâfi değildir. Allah Kitab’ı Kerimi’nde, “Onlar Allah’ın velileridir; onlar için korku ve hüzün yoktur” derken kastettiği hasbi, fedakâr, müttaki ve alim kullarından olma hedefi yeterince değerli görülmemekte ve yeterince önemsenmemektedir. Yüzeysel, sathi bir dindarlık kalıbı yeterli geliyor maalesef. Kendini bulma, kendini aşma ve dünyayı anlamadaki çabalar yeterli vaziyette değil; eksikler ve eksiler her düzeyde ve ortamda göze ilişiyor. Bilgi, sevgi, kudret, büyüklük, nimet ve hikmetin gerçek sahibi Allah’ın herkesi her an gördüğü teoride bilinse bile pratikte yaşanmıyor. İhsan mertebesinde bir sadık yakin yerine alaca bulaca dokunmuş bir nefs-i emmare kumaşı kemalatın delili ve hücceti sayılıyor. Bir Amerikan özdeyişinde ifade edilen boyut ilginçtir: “İman, görmediğimize (gaybe) inanmaktır; bunun mükâfatı ise inandığını görür hale gelmektir”. Üstad Necip Fazıl’ın, ‘’Uyan yarim uyan söndü yıldızlar/gün karşı tepeden doğmak üzeredir’’ dizeleri durumu güzel tasvir ediyor. Her şeyden azıcık, biraz biraz toparlama icat ettiğimiz oyuncakçı dükkanımıza kilit vurulmadan önce hakiki bir intibaha, uyanışa ve dirilişe önce bizzat tek tek herkesin erişmesi gerekiyor yeniden. Sözü çoğaltmak yerine özü güçlendirerek, tabandan tavana güzel ahlakın inşası ile kalben her an uyanık (hüşyâr her dem) olmak asıl çıkış yoludur bütün Müslüman beldeler, halklar, topluluklar ve milletler için.