Huzursuzluğun huzuru
Diğerkâmlığı mümtaz bir konuma yerleştiren İslam Medeniyetinin mirasyedi temsilcileri, entübe olarak yaşamaya devam ediyor. Ziyaret için gelip hastane girişinde bekleşenler, neredeyse doğru giden hiç bir şeyin olmadığı ve yanlış giden hiçbir şeye itiraz edilmeyen dünyada mutlu bir şekilde, üstüne üstlük hiç kimseyi düşman bellemeden umarsızca yaşayanlar. Böyle bir çağda hiç düşmanı olmadan ve düşman edinmeden mutlu bir şekilde yaşamanın aynı zamanda zulme rıza göstermek ve mevcut bozuk düzeni olduğu gibi kabullenmek anlamına geldiğini hepimiz biliyoruz oysaki.
İnandığı kitapta “Müminler ancak kardeştir”* emri
bulunmasına ve kalubelada kardeş edindiklerimizin dünyanın her bölgesinde zulüm
gördüğü bir dünyada yaşamamıza rağmen, herkesle dost olabiliyorsak ve kimseye
düşman değilsek büyük problemimiz var demektir. Yaşanılan yerde zulüm, savaş,
işgal gibi bir durum olmaması, bunların yaşandığı coğrafyalara uzak olmak,
keyfi kaçıracak olaylara gözleri ve vicdanları kapamak problemin çözülmesini
imkânsızlaştırmaktadır.
İçtimai ilişkilerimizde
de durum farklı değildir. Herkesle iyi geçinmek, herkesle iyi olmak yaşıyor
olduğumuz çağın yozlaşmış değerlerine ve toplumsal gerçeklerine uygun gibi
görüne bilir. Fakat makyavelist insan, hem zalim hem de mazlumla arasını iyi
tutuyor ve böyle bir düzende hiç düşmanı olmadan umarsızca yaşayabiliyorsa onun
en büyük düşmanı kendisi demektir.
Rutin bir konforun
sahibi olan insan, bu konforu sağlayan her şeyi dost; bu düzenimizi bozan her
şeyi de düşman haline getirdi. “Müminler ancak
kardeştir.”* İlahi buyruğundan daha öteye konumlandırılan ve kaybedilmek
istenmeyen bu dostluk uğruna, temel değerlerimizden dahi vazgeçmeyi göze aldık.
Dünyanın bir ucunda veya hemen yanımızda ne yaşanırsa yaşansın sadece kendi
hazlarını değerli ve önemli görenler olarak, bir nevi bakar köre dönüştük.
Üstüne üstlük sadece gözlerimiz değil zamanla gönlümüz de kör oldu: herkesle
iyi olmanın, hiç düşmanı olmadan yaşamanın aslında zalimle dost olmak, mevcut
düzeni olduğu gibi kabul etmek anlamına geldiğini ve bunun her iki dünyada da sonuçları
olacağını idrak edemedik.
İnsanlar hiç düşmanı
olmamakla övünüp, toplum nezdinde iyi bir konuma yükseltmeye çalıştıkları
bedenlerinin ruhlarca terk edilen birer cesede dönüştüklerini umursamadan yaşar
hale geldi. Oysaki hiç düşmanı olmamak gurur duyulacak bir şey değil tam aksine
söylemekten dahi imtina edilecek kadar insan yanaklarını kızartan bir durumdu.
İnsanın bu utançla yaşıyor olduğu küçük dünyası ve çıkarları, yanlış olanı doğru
gösteren bir simülasyonda olduğunu anlamayacak kadar şaşaalı kurgulanmak
zorundaydı. Kardeş ilan edildiklerimizi çoktan unuttuğumuz bir çağda, çizgiyi
aşan bir mutluluk içinde ve düşman olmadan/düşman edinmeden yaşayabilmek de bu
kurgunun bir parçasıydı.
Dünyanın bozuk düzenine
karşı içinde bir nebze dahi huzursuzluk taşıyanların, hiç değilse buğz edip
gönlünü Müslüman kardeşinin çilehanesi haline getirenlerin huzurlu olmaya hakkı
var elbette. Bu huzursuzluğu yaşayanların huzuru; huzur hakkıdır. Bu hak
barışın, huzurun, adaletin hüküm sürmediği bir dünyada düşmanı olmadan
yaşayamamanın; şahsiyet ve tavır sahibi olmanın da teminatıdır. Çünkü herkesle
dost olanın en büyük düşmanı kendisidir.
*Hucurat Suresi,10.
Ayet