Huzurlu ayak
Serseri yazılar bir sokak baskını gibidir. Daha samimi yazılır. Ceketi iliklememiştir zira. Elalem okuyacak kaygısı yoktur. Ne düşünürler kaygısı da…
Bugün biraz kendi kalemimle söveceğim. Kalemimin ağzından tükmük sıçrayabilecek icabında.
Bülbülün övüle övüle bitirilemediği, güle, laleye tapınılan, papatyanın, kır çiçeğinin esamisinin okunmadığı, serçenin karganın hor görülüp durulduğu edebiyattan daha ilk gençliğimde sıkılmıştım zaten. Varlıkların tabii farklarından birer sınıfsal ayrımcılık, gereksiz üstünlük ve ötekileştirme üreten bir edebiyatı kafamın tası sevmiyor. Benimkisi tabure edebiyatı veya çimenüstü, taş hatta daş edebiyat...
Serkeş piyasanın elektriğe, doğalgaza zam yaptığı gündü. Salgında, salmagında(eski Türkçeye benziyor ama yeni ve uydurma), hastalıkta, sağlıkta sömürüleceğimize ant içiliyordu. Temel ihtiyaçlarımız üzerinden veya temelsiz lüksler yüzünden daha iyi sömürüleceğimizi bir kez daha idrak ettiğimiz günlerden bir gün. Eskiden misal 100 liraya aldığımız şeyleri 250, 300 liraya aldığımız market alışverişinden hemen sonraydı bu idrak anı. İdrak idrak üstüne… Katmanlı farkındalık!
Vapurlarda limon sıkacağı ve meyve soyacağı reklam satış ve pazarlama etkinlikleri başlamıştı. Sıkıcı Üsküdar vapurunda bile. Bir de semte overlokçu uğrarsa tamamdır, dedim içimden. Her şey normale dönmüş demektir. Kastamonu sarımsağı uğramasa da olur.
"Bakın beyefendi siz hiçbir şey yapmayacaksınız, sadece bunu meyvenin üstüne koyup seyredeceksiniz!" diyordu mahir pazarlamacı. Dendiğine göre; vapurda ilk limon sıkacağı satışı yapan, rahmetli fırıldak Ömer imiş. Çok renkli bir hayat hikayesi varmış. Hayatı tesadüfen Sirkeci arka sokaklarında ucuz bir otel odasında bulmuş olduğu şifalı bitkiler kitabı ile değişmiş ve bir anda İstanbul’un Lokman hekimi olmuş…
Derken Üsküdar in meşhur kafelerinden birindeyiz. Yan masada bir kaç kişi var ama sadece bir kişi biteviye konuşuyor. Ders Etimoloji. Masada tek başına gibi davranıyor! Bense yan masada misafiri beklerken yalnızca su değil bir de yanında böyle biri olmamak için ant içiyorum. Umarım geç kalmamışımdır. Umarım andım beni tepmez. Bir yandan sosyal medyayı tarıyorum. Biliyorsunuz o okunmaz, ancak taranır. İllallah! Kimi felsefecilerin yine tek ihtisas konusu aptalın tanımı. On paylaşımından dokuzu aptal kim sorusuna matuf. “Tamam abim bi' sen arifsin, tamam. Sakin…” sözleri dolanıyor içimde.
Memleketimin o gün gördüğüm sokak hali melali bu. Yine de yaşamak bir güzel. Hele de maskenin çıkarılabildiği zamanlarda daha rahat içmesi göğü… Nefes alması ne güzel!
Sorunları oluşturanlara ve kendimize kızmak ve sorgulamak şükürsüzlük olarak ta tezahür etmemeli hem. Buna dikkat etmek zorundayız.
Her şey bir yana işte birkaç huzur nedeni! Ve şükür!
Varsa bir bahçe duvarından sarkan kedi kuyruğu ya da kedi kuyruğunun altında kalmış bir bahçe duvarı da olur. Şükür nedenidir. Hatta iki rekat namaz nedeni!
Solan bir çiçeğin yeni bir tomurcuğa yaslanması.
Adımlanabilen sahiller. Korkunç zengin duvarlarla herkese ait olduğu halde herkesten saklanmamış sahiller.
Sahile benzeyen dostlar… Söz, düş, düşünce, yazı birliğinde tadına doyulmaz muhabbet!
Yan yana iken farklı düşünebilmek ve ifade edebilmek. Aynılıkta bile farklı yanları bularak zenginleşmenin tadına varmak…
Çocuklarıyla arkadaş olabilmek. Kan bağının inceldiği, saflaştığı, birbirine oyun sokağı olabilen arkadaşlıklar yaşayabilmek.
Çekirdek yerken hiçbir çekirdek içini yere düşürmemiş olmak.
Açamadığın tek bir çam fıstığının olmaması. Fiyatına rağmen alabilmişsen hele.
Çaya muhabbet katıp karıştırmak.
Ay’ın gece okumalarında senle beraber okuyup birlikte eleştiri yapmanız.
Sevdiğin birinin olması ve beyninden, kalbinden yaşadığın doygunluk. Zor olan.
Evrende evindeymiş gibi yalın ayak dolaşabilmek.
Yanında olduğun gibi olabildiğin bir ailenin olması.
Sırlarını senin saklamadığın kadar saklayan bir küp dosta sahip olmak. Ya da sırsız. Şeffaf. Kaderinin, tarihinin bağrı açık geleceğe selam çakmak…
Siz de yazın. Daha çok var!