Huzur Ortamında Edebiyat
Bir grup arkadaşımızla birlikte otuz üç haftadır Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ölümsüz eseri Safahat’ı Osmanlıca aslından okuyoruz. Aslında buna Osmanlı Türkçesi aslından okuyoruz demek daha doğrudur. Safahat kitabını okumaya başlayışımızın bir ilhamı, bir hatırası hatta bir hikâyesi var elbette. Bunları şimdilik anlatacak değiliz.
Haftalardır Safahat okumalarımız, buradaki şiirleri anlamamızı ve yorumlama
imkânı da bize vermişti. Safahat’ın birinci kitabında “İstiğrak” şiirini okurken şu beyit
arkadaşlarımızın dikkatini çekmişti,
Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûru:
O menba’dan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru.
Anlamı: “Güneş ruhun imiş; bir demet şeklinde inen nuru, O
kaynaktan fışkıran fikirlerinmiş doğrudan doğruya.”
Arkadaşlarımız bu şiirde kafiye olarak kullanılan “nuru-doğru”
kelimelerinin doğru olduğunu ama Mehmet Akif gibi bir şair için çok zayıf
olduğunu dile getirdiler. Hakikaten bu kelimelerden “nur-u” kelimesi, çekim eki
almış. Diğeri kelime de “doğru” yalın bir isim halinde kafiye oluşturmuştu. Bu
şekilde kafiye olabilir mi? Cevap tabi ki olur ama zayıf bir olurdur.
Burada M. Akif, şiirinde keyfiyyet ile kemiyyet arasında kaldığı
ve tavrını kemiyetten yanı aldığını söyleyebiliriz. Mehmet Akif şiirini aslında
iki döneme ayırabiliriz. Birincisi Divan şiirini geleneğini yaşatan gazel,
kaside ve mesnevilerin olduğu keyfiyyet dönemi. Diğeri “Milli Mücadele”
Döneminde yazdığı ve çoğunu Safahat’a aldığı şiirler ise kemiyyet dönemi
şiiridir.
Akif, keyfiyyet dönemi şiirlerinin yazıldığı defteri yakmıştı. Onun
Darülfünun Edebiyat fakültesinde öğrencisi olan yazar Reşat Nuri Güntekin,
Akif’in keyfiyyet tarzında yazdığı şiirlerine şahit olmuştu. Güntekin,
hatıratında hocasının o dönemde Ziya Paşa ve Muallim Naci etkisinde şiirler
yazdığını söylemişti. Prof. Dr. Kaya Bilgegil, Reşat Nuri’nin bu hatırasını
teyit eden ve M. Akif’e ait terkib-i bend tarzında yazılmış bir şiirini bulmuştu.
Şiirin ilk mısraı şuydu:
“Allah’ını seversen nazarımdan güzer etme
Müştakım başın için olsun heder etme”
(Daha fazla bilgi için Bkz. Eyyüp Azlal, Bir Vicdanı Tahattür:
Mehmet Akif, Ay Vakti Dergisi, Aralık 2016 - https://ayvakti.net/?p=798)
Burada “güzer etme –heder etme” kelimelerindeki etme fiili redif;
güzer-heder kelimeleri de kafiye anlamında klasik şiirdeki en parlak örneğidir.
Daha önce de Sultan Abdülhamit Döneminde şairler, abes ile
muktebes kelimelerinden kafiye yapılabilir mi tartışmalarına girmişti. Mehmet
Akif Ersoy o dönemde daha çok Tevfik Fikret ile kavgalıydı. Onun üstadı Muallim
Naci de Tevfik Fikret’in Hocası Recaizade Mahmut Ekrem ile kavgalıydı.
Akif’in “İstiğrak” şiirine gelince şu tespiti yapmak
yerinde olur. Bilindiği üzere Safahat, Milli Mücadele döneminde yazıldı. Savaş
döneminde yazılan şiirler ahenk ve şekil bakımından zayıf olur. Akif için bu
zayıflık, onun keyfiyyet dönemi şiiriyle karşılaştırma yaptığımızda ortaya
çıkan zayıflıktır. Yoksa o dönemde Akif’in şiirini geçen şair yoktu. İstiğrak
şiiri bile başlı başına bir fesahat ve belağat abidesidir.
Savaş döneminde sadece şiirde, edebiyatta değil mimaride ve diğer
alanlarda da estetik zayıf kalır. Mesela Erzurum’da Çifte Minareli Medresenin
ilk minaresi estetik bir mimari ile yapılmış, diğer minare de yapılacağı zaman
bir savaş çıkmış ve medreseyi yapan mimar, bu minareyi üstün körü yapmıştır.
Bu hususta sağlıkçı olması hasebiyle Prof. Dr. Ali Kurt Hocamızın
ilginç bir örneği vardı. Savaş zamanında estetik cerrahisi uzmanları, insanların
burunlarını, dudaklarını güzelleştirmek için uğraşmaz, kırılan kafaları,
yırtılan çeneleri, parçalanan yüzleri düzeltmekle uğraşır.
Bir örnek daha… Yine ayakkabı firmaları savaş zamanında kaliteli,
estetik ayakkabı yapmaz. Bu firmalar savaş zamanında sağlam asker botları ve
diğer askeri levazımını yapar.
Sanat ve edebiyatla uğraşan insanların yaşamlarında huzur,
istikrar ve barış çok önemlidir. Sanat ve edebiyat çevresinde huzurlu ortama
ihtiyaç duymaktadırlar. Bunları söylerken huzursuzluk ortamında edebiyat
yapılmıyor mu yapılıyor ama koçaklama, hamasî şiirler, ağıt tarzı edebi ürünler
veren bir edebiyat ortaya çıkıyor. Bütün bunların ötesinde savaş ortamında
edebiyatta estetik aramak muhal olacaktır. Burada realite hep ön planda
olmuştur. Zaten Akif de dememiş miydi? “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun
tek”