Huzur hakkı
İç rahatlığına ererek
hâlinden memnun olanlar huzurludur. Bir bakıma rahatlıktır huzur. İçimiz
alabora, hâlimiz harap ise huzur bizden fersah fersah uzaktır. Bizden bu kadar
uzaksa huzur, bunun sebebi nedir? Huzuru bizden uzaklaştıran nedir? Huzur kimin hakkıdır?
Burada ele alacağım
“huzur hakkı” işletmelerdeki verilen ücret değildir. Bunu baştan ifade etmiş
olalım. Orada bir kâr vardır. Biz ise kârın değil de yârin derdindeyiz. Kendimizi de sorguluyoruz ama sebebini tam da
bulamadığımız bir hâldir huzursuzluk. Ancak bu durumu Fıtnat Hanım’ın şu beyti
açıklayabilir: “Çarh-ı denîden itme recâ-yı atâ abes /Peymâne-i nigûndan ümîd-i safâ
abes” Günümüz Türkçesine aktarmak istemiyorum ama burada iki noktadan söz
etmek gerek. Bir tarafta alçak dünya diğer tarafta da ters dönmüş kadeh var. Ne
umulur ki bu durumda?
Bir yol arıyoruz.
Yollar kapalı. Yükümüz var. Liman yok. Yorgunuz, dinlenilecek konak yok. Yüzümüzde
yorgunluğumuz okunuyor. Huzur neydi, neredeydi, kimin lütfuydu? Neyimiz eksik, neyimiz fazla? Neyi arıyoruz,
nereye varmak istiyoruz? Huzur azda mıdır, çokta mı? Yoksa yokta mıdır? Ne kadar çok soru var, değil mi? Nedir bizi
huzursuz kılan? Sanırım farkında olmak. Bunu bir kez daha yazıyorum ve tırnak
içine alıyorum: “farkında olmak”. Şimdi
bunun üzerinden huzuru ele alalım ve düşünelim, düşelim peşine. Farkında olanlar huzursuzdur. Doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı, iyi ile
kötüyü, suçlu ile suçsuzu, güzel ile çirkini, yalan ile gerçeği fark edenler
için şu dünyada huzur var mıdır? Onlar için günler geçmez ki. Farkına varanlar
başlarını yastığa rahatça koyabilir mi, uyuyabilir mi? Asla! En kötü ve zor
olanı da elinizden bir şey gelememesidir. Öyledir, burası dünya. Bir şey
yapamazsınız, imkânınız yoktur. İnanırsınız
ama sabrınız sınanır. Hep sizden beklenir sabır, hep sizden beklenir aza
kanaat. Hep siz sabredersiniz haksızlığa ve zulme. Ve dönen dolabı siz
bilirsiniz, siz çözersiniz bilmeceyi ama gücünüz yetmez. Kalır mı huzur, bulur
mu huzur sizi?
Peki, huzur hakkından kim faydalanır? Bizim de hakkımız değil midir huzurlu olmak,
diye sorarsınız kendinize. Ama nafiledir bu çırpınışlar. Etrafa bakarsınız ama
herkes yönünü dönmüştür. Yalnız kalırsınız. Kim için ve ne içindir bu
savaşınız? Ancak boşadır her şey. Herkes az veya çok payına düşeni alıp sesini
kesmiştir. Siz de yapayalnız yolunuza düşmüşsünüzdür. Sonra radyoda bir türkü
çıkar nasibinize: “Parsel parsel
eylemişler dünyayı/Bir dikili taştan gayrı nem kaldı/Dost köyünden ayağımı
kestiler/Bir akılsız baştan gayrı nem kaldı” İşte kimilerine göre akılsız
başsınızdır, bir o kalmıştır sizinle. Huzur ise sizin hakkınız olmaktan
çıkmıştır. Size ancak çile kalmıştır.
Huzuru ararken Ferdi
Tayfur’un o meşhur şarkısı da akla geliyor.
Şarkıda da felekten şikâyet vardı. Belki biz de aynı felekten şikâyet
ediyoruz ama çevremize bakamıyoruz.
Bunca huzursuzluğun sebebi bizler değil miyiz? Kaçabilir miyiz? Farkına varmak demiştik. Evet, farkına varan
insanın içi rahat edemez ki. Neyi fark ederseniz huzursuz olursunuz? Soru bu.
Sanırım dünyayı, eşyayı, görüneni, görünmeyeni, mazlumu, zalimi, adaleti, yalanı,
yalancıyı, sahtekârı, riyakârı, ikiyüzlüyü, münafığı, dostu düşmanı fark
edenler, bilenler huzursuz oluyor. Bilenler, dedim. Bilmek kadar acı ne var ki?
Bilmek kadar başka hangi yükümlülük insana ağır gelir? Bilenler bu dünyada
huzur bulabilir mi? Bilenler hakkıyla sevenlerdir de. Bilenler, sevgilerini
esirgemez; bilenler vefalıdır, cömerttir, samimidir. Verendir, bekleyen
değildir. Acı olanı ise bilenlerin, bilmeyenleri sevmesidir. Bilmemek, fark
edememektir. Bilenler fark eder; fark eden kaybetmeye başlar dünyada. Çünkü o
sadece öteye adamıştır varlığını. Tüketmek istemez, ahiret azığıdır onun için
dünyada kazandıkları. Burada harcayıp orada eli boş kalmaktansa erteler o
mutluluğu, huzuru. Bilenlerin, fark edenlerin hayatları da ertelenmiştir hep.
Ertelenmiş hayatların sahiplerinin hakkı huzur değildir. Onların eli böğründe
kalır. Yüzlerinde mahcubiyet, içlerinde dert dolanıp dururlar. Böyleleri yerini
beğenmeyen çiçek gibidir, fidan gibidir. Dünya huzur yeri olmaktan çıkmıştır.
Gerçek huzura, o son
makamda, huzur makamında kavuşmayı dileyenler için burası geçicidir. Huzur hep aranılan olacak, onun uğrunda
yorulacaksınız. Şu yaşadığımız çağın
bize sunduğu reçetede ne yazıyor? Bir de kalbimize ezelde yazılan reçete var.
İkisi arasında bir tercihte bulunmak ne zordur. Ne zordur fark etmek yüküyle
yaşamak ve razı olmak yazılan yazgıya. Huzura uzak kalmak, aynı zamanda
sevdiğinize uzak kalmaktır. Birbirinin huzur sebebi olabilecekken bir arada
olamayanlar için ne zordur yaşamak. Şimdi yine erteleyip huzur hakkını, erteleyip
sevmek dersini, bir huzur dersinde tefekküre dalan tevekkül ehli gibi güneşin
doğuşunu beklemektir hissemize düşen.