Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Hüzünlü seyirciler

Vebalin birinci anlamının günah değil, şiddet, ağırlık ve azap oluşu oldukça manidar. Çünkü vebal, günah olma vasfını kazanmadan önce belli düzeyde bir şiddeti, hak gaspını, o şiddet ve gaspın verdiği ağırlığı üstleniyor, kendisini azap olarak pratik hayata aktarıyor. Hayatı yaşanmaz kılan tam da bu, şiddetin bütün ağırlığıyla insanın üzerine ağması, yeryüzünü talan etmesidir. Öyle görünüyor ki baştan beri bazen geri çekilip bazen ileri çıkarak, bazen azalıp bazen artarak insanlık tarihinin en büyük korkusuna dönüşen şey sınır ihlaline bağlı hak gaspıdır. Dünyanın bütün kötülüklerinin gerisinde bu haddini bilmezlik vardır. Bütün kötülüklerin anası, çıkış yeri, ilk kaynağı hak gaspının bizzat kendisidir. Her kötülük; küçük, miniminnacık bir hak gaspıyla başlar, barajın yıkılmasına sebebiyet veren ilk çizgi, ilk aşınmada olduğu gibi insanlık çapındaki devasa haksızlıklara zemin hazırlar. Dünya her zaman kötü bir yerdi. Kötülük, burayı, bu üzerinde konakladığımız siyah taşı hiçbir zaman terk etmedi. Adı dünya (deni, alçak, aşağıda yer alan, uzağa düşmüş, uzakta, mahrumiyetle iç içe) olan bir yerin kötülükten yakasını bütünüyle kurtarmasını düşünmek eşyanın doğasına aykırı. Ahır kokar… Ancak yine de onun iyilik tarafından susturulduğu, adalet tarafından mahkum edildiği, insanlık tarafından dondurulduğu, estetik tarafından bezendiği zamanlar var ve bu çağ onlardan biri değil.

Bir haftadır, insanlığın gözü önünde, onun bön bakışları arasında insanlık katlediliyor. Meşru müdafa hakkı denerek bir devlet, diğer devletin sınırlarını işgal ediyor, genç, yaşlı, çocuk demeden insanların üzerine bomba yağdırıyor. Ola ki bombaların gözünden kaçan bir kuytuluk, bir bodrum katı, bir iki duvar arasına sıkışmış can varsa, onu da ortadan kaldırmak için şehrin elektriklerini kesiyor, sularını kesiyor, gıda akışını kesiyor, Yezid’in Hz. Hüseyin’e ve taraftarlarına reva gördüğü ne varsa aynısını yapıyor ve İslam alemi başta olmak üzere, insanlık gözenekleri bireysel çıkara, istikrara, rutine, zevke, nemelazımcılığa terk edilmiş kitleler bütün bunları kanlarını acıtan, harekete geçecekleri ve sonuç alacakları bir müdahale alanı olarak değil, sadece haber değeri bakımdan seyrediyor. Kerbela’nın posthümanist varyasyonlarından birini yaşıyoruz. Bazı devletler, öldürenin öldürme hakkını teslim ederken, bazıları öldürenin öldürmeye hakkı olmadığından dem vuruyor ve kaşla göz arasında çocuklar, yaşlılar, gençler, kadınlar, erkekler, bizden olanlar, hemcinslerimiz hayata gözlerini kapatıyor, insanlığın ne zamandır taşlaşmış bedeni bir kez daha sunağa yerleştiriliyor. İsrail’in Filistin’e yönelik ölüm operasyonunda insanlık ölmüyor, öldürülüyor. Bilerek, isteyerek, planlayarak, taammüden ve vicdanında kalan son merhamet hücresini de şırıngayla çekip alarak. Hem de sadece İsrail ve onun destekçisi olan haydut devlet Amerika Birleşik Devletleri tarafından değil, onun destekçisi gibi görünen İslam beldeleriyle birlikte, hem de öncesinde, şimdi ve sonra olacağı gibi hiçbir işe yaramayan, resmi düzeydeki devlet sözcülerinin kınamaları arasında…

İslam dünyasında kendiyle ve vatandaşıyla barışık, yönetmeye ehil, adalete, liyakate önem veren, hiyerarşiyi nitelikle ilişkilendiren, gecesini gündüzüne katarak onurluca çalışan, çalışana çalıştığının karşılığı verdiği için ha bire güçlenen Amerika Birleşik Devletleri veya Rusya ayarında, olmadı, Fransa, İngiltere sikletinde tek bir devlet olsa, İsrail bu kadar pervasız davranabilir miydi? Sözde değil, kelimenin gerçek anlamıyla caydırma gücüne sahip tek bir süper devleti olsaydı ümmetin bu vahşete hüzünlü seyirciler olarak eşlik eder miydik? Vicdanını rahatlatmak için sabaha kadar yürüyüş yap, zaten 1960’lardan beri yapıyorsun, bir şey değişiyor mu? Geceleyin uyumadan önce, nefesleri orada İsrail askerlerinin namlusundan çıkan dumana karışan çocukların rüyana girmesini engellemek için Cuma namazı çıkışı istediğin kadar bağır, İsrail duyuyor mu, duracak mı? Hangi lanet yağdırma kurşun yağışını durdurmuş ki? Hangi demeç, hangi kınama, hangi yürüyüş, hangi küfür, hangi buğz düşmanın en tutuk silahından bile çıkan sersem mermileri durdurabilir ki? Vebalin ortağı, vahşetin hüzünlü seyircileri olan Müslümanlar, Hobbes’tan beri daha da azgın biçimde dünyayı aklın değil pazu gücünün yönettiğini bilmiyor mu? Pazu gücü delilikle birleşince İsrail’in Filistin’i işgalindeki manzaralar ortaya çıkıyor. Ve kendilerini üçüncü dünya ülkesi olmaktan çıkaramayan, çıkarmaya niyeti olmayan, çıkarmaya eğilim gösteren aydınlarını susturan, çil yavrusu gibi sağa sola dağıtan, emeklerini çarçur eden, merkezden taşraya iten bu ülke yöneticileri yine kitlelerini yatıştırmak için sadece konuşuyor. Cümle, gerisine yaptırım gücü aldığında kurşunla yarışabilir. Değilse kurşunu yağlar, hedefe daha hızlı gitmesine yarar, gövdeyi daha sert sarsmasının yolunu açar.

Bir vebal var, evet ve bu vebal hepimizin. İşini düzgün yapmayanların, kendisi için çalıştığı kadar devletinin güçlenmesi için de çalışmayanların, kendisini düşündüğü kadar, ötekini de düşünmeyenlerin, kendi hakkı kadar, hakkının üzerine bastıklarının hakkını da gözetmeyenlerin. Kötü idarecilerin, çapsız yöneticilerin, nepotistlerin, adam kayırmacıların, kısa yoldan köşeyi dönmecilerin, aç gözlülerin, bağnazların, hırsızların, kibirlilerin ve bunların hepsinin ve bunların hepsinin aynı anda, aynı biçimde, aynı yoğunlukla oluşturdukları kokuşmuşluğun vebale dönüştürdüğü bir şiddet bu. İsrail sadece Filistin’i ve oradaki mazlum halkı öldürmüyor, aynı zamanda onlara/olanlara seyirci kalanların gözlerinin içine imparatorluk bakiyesi olarak aldıkları devletleri nasıl da ben merkezci ufuksuzluklara teslim ettikleri gerçeğini keskin bir bıçak gibi sokuyor. Vicdan körleşince göz insanı doğru yola götürmez.