Hüzünlü seyirciler
Vebalin birinci
anlamının günah değil, şiddet, ağırlık ve azap oluşu oldukça manidar. Çünkü
vebal, günah olma vasfını kazanmadan önce belli düzeyde bir şiddeti, hak
gaspını, o şiddet ve gaspın verdiği ağırlığı üstleniyor, kendisini azap olarak
pratik hayata aktarıyor. Hayatı yaşanmaz kılan tam da bu, şiddetin bütün
ağırlığıyla insanın üzerine ağması, yeryüzünü talan etmesidir. Öyle görünüyor
ki baştan beri bazen geri çekilip bazen ileri çıkarak, bazen azalıp bazen
artarak insanlık tarihinin en büyük korkusuna dönüşen şey sınır ihlaline bağlı
hak gaspıdır. Dünyanın bütün kötülüklerinin gerisinde bu haddini bilmezlik
vardır. Bütün kötülüklerin anası, çıkış yeri, ilk kaynağı hak gaspının bizzat
kendisidir. Her kötülük; küçük, miniminnacık bir hak gaspıyla başlar, barajın
yıkılmasına sebebiyet veren ilk çizgi, ilk aşınmada olduğu gibi insanlık
çapındaki devasa haksızlıklara zemin hazırlar. Dünya her zaman kötü bir yerdi.
Kötülük, burayı, bu üzerinde konakladığımız siyah taşı hiçbir zaman terk etmedi.
Adı dünya (deni, alçak, aşağıda yer alan, uzağa düşmüş, uzakta, mahrumiyetle iç
içe) olan bir yerin kötülükten yakasını bütünüyle kurtarmasını düşünmek eşyanın
doğasına aykırı. Ahır kokar… Ancak yine de onun iyilik tarafından susturulduğu,
adalet tarafından mahkum edildiği, insanlık tarafından dondurulduğu, estetik
tarafından bezendiği zamanlar var ve bu çağ onlardan biri değil.
Bir haftadır,
insanlığın gözü önünde, onun bön bakışları arasında insanlık katlediliyor.
Meşru müdafa hakkı denerek bir devlet, diğer devletin sınırlarını işgal ediyor,
genç, yaşlı, çocuk demeden insanların üzerine bomba yağdırıyor. Ola ki
bombaların gözünden kaçan bir kuytuluk, bir bodrum katı, bir iki duvar
arasına sıkışmış can varsa, onu da ortadan kaldırmak için şehrin
elektriklerini kesiyor, sularını kesiyor, gıda akışını kesiyor, Yezid’in Hz.
Hüseyin’e ve taraftarlarına reva gördüğü ne varsa aynısını yapıyor ve İslam
alemi başta olmak üzere, insanlık gözenekleri bireysel çıkara, istikrara,
rutine, zevke, nemelazımcılığa terk edilmiş kitleler bütün bunları kanlarını
acıtan, harekete geçecekleri ve sonuç alacakları bir müdahale alanı olarak
değil, sadece haber değeri bakımdan seyrediyor. Kerbela’nın posthümanist
varyasyonlarından birini yaşıyoruz. Bazı devletler, öldürenin öldürme hakkını
teslim ederken, bazıları öldürenin öldürmeye hakkı olmadığından dem vuruyor ve
kaşla göz arasında çocuklar, yaşlılar, gençler, kadınlar, erkekler, bizden
olanlar, hemcinslerimiz hayata gözlerini kapatıyor, insanlığın ne zamandır
taşlaşmış bedeni bir kez daha sunağa yerleştiriliyor. İsrail’in Filistin’e yönelik ölüm
operasyonunda insanlık ölmüyor, öldürülüyor.
Bilerek, isteyerek, planlayarak, taammüden ve vicdanında kalan son merhamet
hücresini de şırıngayla çekip alarak. Hem de sadece İsrail ve onun
destekçisi olan haydut devlet Amerika Birleşik Devletleri tarafından değil,
onun destekçisi gibi görünen İslam beldeleriyle birlikte, hem de öncesinde,
şimdi ve sonra olacağı gibi hiçbir işe yaramayan, resmi düzeydeki devlet
sözcülerinin kınamaları arasında…
İslam dünyasında
kendiyle ve vatandaşıyla barışık, yönetmeye ehil, adalete, liyakate önem veren,
hiyerarşiyi nitelikle ilişkilendiren, gecesini gündüzüne katarak onurluca
çalışan, çalışana çalıştığının karşılığı verdiği için ha bire güçlenen Amerika
Birleşik Devletleri veya Rusya ayarında,
olmadı, Fransa, İngiltere sikletinde tek bir devlet olsa, İsrail bu
kadar pervasız davranabilir miydi? Sözde değil, kelimenin gerçek anlamıyla
caydırma gücüne sahip tek bir süper devleti olsaydı ümmetin bu vahşete hüzünlü
seyirciler olarak eşlik eder miydik? Vicdanını rahatlatmak için sabaha
kadar yürüyüş yap, zaten 1960’lardan beri yapıyorsun, bir şey değişiyor mu?
Geceleyin uyumadan önce, nefesleri orada İsrail askerlerinin namlusundan çıkan
dumana karışan çocukların rüyana girmesini engellemek için Cuma namazı çıkışı istediğin
kadar bağır, İsrail duyuyor mu, duracak mı? Hangi lanet yağdırma kurşun
yağışını durdurmuş ki? Hangi demeç, hangi kınama, hangi yürüyüş, hangi küfür,
hangi buğz düşmanın en tutuk silahından bile çıkan sersem mermileri
durdurabilir ki? Vebalin ortağı, vahşetin hüzünlü seyircileri olan Müslümanlar,
Hobbes’tan beri daha da azgın biçimde dünyayı aklın değil pazu gücünün
yönettiğini bilmiyor mu? Pazu gücü delilikle birleşince İsrail’in Filistin’i
işgalindeki manzaralar ortaya çıkıyor. Ve kendilerini üçüncü dünya ülkesi
olmaktan çıkaramayan, çıkarmaya niyeti olmayan, çıkarmaya eğilim gösteren
aydınlarını susturan, çil yavrusu gibi sağa sola dağıtan, emeklerini çarçur
eden, merkezden taşraya iten bu ülke yöneticileri yine kitlelerini yatıştırmak
için sadece konuşuyor. Cümle, gerisine yaptırım gücü aldığında kurşunla
yarışabilir. Değilse kurşunu yağlar, hedefe daha hızlı gitmesine yarar, gövdeyi
daha sert sarsmasının yolunu açar.
Bir vebal var,
evet ve bu vebal hepimizin. İşini düzgün yapmayanların, kendisi için çalıştığı
kadar devletinin güçlenmesi için de çalışmayanların, kendisini düşündüğü kadar,
ötekini de düşünmeyenlerin, kendi hakkı kadar, hakkının üzerine bastıklarının
hakkını da gözetmeyenlerin. Kötü idarecilerin, çapsız yöneticilerin,
nepotistlerin, adam kayırmacıların, kısa yoldan köşeyi dönmecilerin, aç
gözlülerin, bağnazların, hırsızların, kibirlilerin ve bunların hepsinin ve
bunların hepsinin aynı anda, aynı biçimde, aynı yoğunlukla oluşturdukları
kokuşmuşluğun vebale dönüştürdüğü bir şiddet bu. İsrail sadece Filistin’i ve oradaki mazlum halkı öldürmüyor, aynı
zamanda onlara/olanlara seyirci kalanların gözlerinin içine imparatorluk
bakiyesi olarak aldıkları devletleri nasıl da ben merkezci ufuksuzluklara
teslim ettikleri gerçeğini keskin bir bıçak gibi sokuyor. Vicdan körleşince
göz insanı doğru yola götürmez.