Hüznün Adı Eylül
Yazın sıcak yüzünü uğurladık, güz geldi oturdu köşemize. Eylül ile başlangıç yaptık yalnızlığa. Tabiatın sararan yüzü, serinleyen sular, olgunlaşan meyveler, hasattan kalan kuru toprak, uçuşan yapraklar...
"Ilgıt ılgıt esen seher yelleri / Esip esip yâre değmeli değil" diyordu Karacaoğlan. Seher yelleri değiyor şimdi kalbimize. Dağların rengi değişiyor eylülde. Eylül herkes için farklı anlamlar taşıyor. Ağaçlar yavaş yavaş bırakıyor yükünü. Yükünü bırakan ağaçların yüzü değişiyor. Okullar açılıyor, trafik artıyor, okul bahçeleri cıvıl cıvıl. Sahiller tenhalaşıyor, denize sırtımızı dönüyoruz ve çekiliyoruz. Şehirler doluyor, köylerde ıssızlık... Gurbete yolculuk başlıyor akın akın. Eylül, içimizde sararıyor, içimize döküyor yapraklarını tüm ağaçlar. Dalında kalmayı başaran meyveler büzüşmüş, kurumuş ve solmuş. Yere dökülen meyveler nice canlıya yemek oluyor. Toprak çekiyor işte. Her canlıyı bağrına çeken toprak eylülde meyveleri de çekiyor. Yerçekimi deyip geçmemek lazım. Toprak, ana şefkatiyle kucaklıyor her canlıyı.
Eylüle en çok ne yakışıyor? Ayrılık mı, kavuşmak mı? Eylülün diğer adı hüzün müdür? Hazan mevsiminin ilk ayı eylül bir burukluk çağrıştırıyor herkeste. Eylül veda oluyor bazen. Tabiatın değişimi derinden etkiliyor insanı. İlkbaharın getirdiği umut, neden eylülde yoktur? Eylül aslında buluşmaktır, görüşmektir. Bir öğrencinin okuluyla arkadaşlarıyla öğretmenleriyle buluşması eylüldedir. Yaprağın toprakla buluşması ve çürüyüp toprak olması eylül ile başlar. Kâinatın tabiî döngüsünde her ayrılış başka bir buluşmanın da başlangıcı oluyor. Ölüm de böyledir.
Mevsim şeridinde eylülün üstüne düşen yalnızlık yayılıyor tüm şeride. Tutup çıkarsak eylülü o şeritten. İçimizde dönüp duran mevsimler var. Bulutlar çoğalıyor, rüzgâr sert esiyor, hava kararmışken yıldırımlar düşüyor ansızın göğsümüze. Yalpalıyor içimizde yürüyen yalnızlık, deli deli bakıyor. Tutup ellerinden ve bir dehlizden çekip alıyorum yalnızlığı. Eylülde bir çınar ağacının gölgeliğinde geçmişin acılarına şahitlik ediyoruz. Acıları çağırıyoruz, eylül en büyük acı ve ayrılık oluyor. Alpay'ın sesi düşüyor göğün ortasından, bir yağmur serinliği veriyor ve umut oluyor o meşhur şarkı: "Eylülde gel"
Gelebilecek olan çağrılır. Alpay da beklediğini çağırıyordu içimizde dolaşan sesiyle. Gelir mi gelmez mi ama gel diyordu. Gel diyene, hayır diyen eylül müdür? Eylülün döktüğü yaprak, gözyaşı mıdır?
Dün 12 Eylül’dü. Bu tarihe not düşülen karanlık günde göğü ağlatmışlardı. Fidanlar kırılmıştı. Eylül matem olmuştu. Hüznün karası arttıkça artmıştı. Hücrelerde ışık yoktu. Fidanların göğünde beton vardı. Göğsümüze metal bir ağırlık düşmüştü. Su acımış, güneş soğumuştu 12 Eylül'de.
Gençlerimizdeki memleket sancısı yine gençlerimizi vurmuştu. Memleket sevdalısı olmak bu ülkede suçtu. Hangi kesimden olursa olsun her genç, ülkesi için eylemdeydi. İlginç senaryoların oyuncağı olan çocuklarımız zulme maruz kalıyordu 12 Eylül'de. Eylül ne kadar da acı!
Eylül'ün soldurduğu çiçekler hâlâ mahzun. Merhum Muhsin Yazıoğlu'nun şu dizeleriyle hüznün ayını hatırlayalım:
"Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum.."
Eylül hep soğuk ve hep hüzün getiriyor. Yükümüz hüzün, yüzümüz eylül. Kavuşmak mı, belki...