Huşu yitimi
Modern
zamanların diğer bir ismine de ‘malayani çağ’ diyebiliriz…Malayanileştikçe
manevi bir sıkışmışlık, sığlık, soğukluk ve savrulmuşluk çepeçevre bizleri
kuşatıyor…
Heva
ve heveslerin, arzu ve azgınlıkların bir yaşam biçimi olarak yürek ve idraklerimizi
esir aldığını görmekteyiz…
Yürekleri
tükenmiş insanların, vicdanı kurumuş mahlûkların, insafı kalmamış nadanların
neyin peşinde olduklarını anlamak oldukça zor…
Acaba
ruhlardaki çölleşme, kalplerdeki çoraklaşma nereden neşet ediyor, sormamız
gerekmiyor mu?
Soruları
çoğaltmadan, sözü dolandırmadan doğrusunu söylemek gerekirse, silik ve sönük
hayatın kollarında silkinmenin ve dirilmenin ilacı huşu ve haşyettir…
Peki,
nedir huşu ve haşyet?
Hakikatin
kuşatıcılığı karşısında kalbin derin bir sevgi ve saygıyla ürpermesidir…
Yaratıcı
ile iletişimi huşu ve haşyet üzerinden kurunca hayatın anlam ve amacı da yerli
yerine oturuverir…
Allah'tan
bağımsız yaşayamayacağımıza göre; onunla bağ ve bağlantımızı daha güçlü ve
güzel kılmanın yollarını aramak durumundayız… Çünkü huşu hayâ ve heyecanını
kaybedenler için hayatın hayrı kalmamış demektir.
Bizde
hazcılık pike yaptıkça huşusuzluğa düçar olduk…
Dünyayı
içselleştirdikçe, içtenliğimizi kaybettik… İçsizleştik…
Kasvet
yüklü yüreklerimizle, gaflet yüklü günlerimizle kullukta tekliyoruz…
Zeki,
zengin, zevk ehli olmak yetmiyor… Zavallılaşıyoruz… Yaşamın yükünü taşımakta
zorlanıyoruz…
Çok
suçluyuz…
Çünkü
ruhumuzun susuzluğunu gideremedik…
Hevaizmin,
hedonizmin kollarında heder olduk…
Allah'ın
huzurunda bizi titretecek, bizi kendimize getirecek bir huşuyu kuşanamadık…
Şimdilerde
çetrefilli dönemeçlerde, çetin virajlarda, zorlu yokuşlarda huşunun gizli
gücüyle doğruya yol bulabiliyor muyuz?
Bizden
sadır olan söylemler, eylemler Rabbimizden aldığımız ilhamla mı yoksa
nefsimizin sürüklemesi ile mi?
Geçici
hazların duraklarında soluklanan insanlığı, nurlu dirilişin ilkeli duraklarına
taşıyacak bir huşu potansiyelimiz var mıdır?
Doğruyu
eğriden ayıran, uyarıcı ve hatırlatıcı huşu yüklü muttaki kimliklerimiz nerede?
Unutmayalım
ki; ruh sağlığımız, akılsağlığımız, beden sağlığımız sağlıklı bir kulluk için
olmazsa olmaz huşudur…
Enfüsümüze,
afakımıza huşu yüklemezsek yürüyemeyiz, hedefe ulaşamayız…
Huşu
biriktirelim ki öksüz kalbimize ayetler insin… Sekinet gelsin… İnşirah bulsun…
İtminan hasıl olsun…
Huşu
bizde ete kemiği bürünmeden büyüyemeyiz…
Gönül zenginliği,
umut bolluğu, ufuk açıklığı huşunun semeresidir…
Artık hazlarımızı,
heveslerimizi değil huşu ve haşyetimizi konuşturalım…
Duru bir zihin…
Dingin bir ruh… Derin bir idrak… Duyarlı bir irade…
Disipline olmuş bir nefis için huşu şart…
Bugün huşu gömleğine,
takva örtüsüne, iffet elbisesine hayali basına ne kadar muhtacız değil mi?
Artık iyiliğin ve erdemin aşkın duraklarında huşu ile secdeye kapanma vaktidir…
Dudaklardan semaya yükselen duaları gözyaşı damlaları ile damıtarak Rabbimize arz etme saatidir…
Huşusuz namazlara tevbe etme zamanıdır…
Hali pürmelalimizin sebeb-i illetinin huşusuzluk olduğunu çok iyi biliyoruz…
Dolayısıyla ruhumuzun şifaya bolması huşuya olan hasretliğin son bulması ile mümkündür…
Bizde huşu oluşturacak,
huşu uyandıracak okumalar, ortamlar, oluşumlar, dostluklar, dualar lazım...
Hayatı yeniden huşu ve hayâ ile örmek zorundayız…
Aşkınlığa odaklanmış,
huşuyla akan hayatlar bizi sonsuz esenliğe taşıyacaktır…
“O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a (huşu yüklü) selim bir kalple gelen müstesna.” (Şuara, 88-89)