Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.72
Gram Altın
2442.96
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Aralık 2013

Hükümet, Cemaat ve Hz. İsa!

Geçen hafta "Devlet Eğitmeli mi?" başlığı altında zorunlu eğitime ilişkin yazmaya devam edeceğimi belirtmiştim. Türkiye'de her şeye rağmen kendi gündemini belirleyebilmek ve koruyabilmek neredeyse imkansızdır. Politik gündemin bu kadar sıcak olduğu bir ortamda başka bir gündemi tartışmak, niyetiniz ne olursa olsun sizi birden deve kuşu durumuna indirgeyebilir. Bu nedenle ülkenin sıcak tartışma gündemi ve tartışma biçimine ilişkin yazma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yine de eğitim özelikle de zorunlu eğitim üzerine ülkenin sıcak gündemi el verdikçe yazmaya devam edeceğim.

Bilindiği üzere 17 Aralık'ta başlayan süreçle birlikte siyasal gündemimizin barometresi hatırı sayılır düzeyde ısındı. Daha önceleri lokal ve örtülü sorun alanlarında karşımıza çıkan hükümet-Cemaat gerilimi son hadise ile birlikte yüzlerin birbirine döndüğü ve kılıçların çekildiği sıcak bir çatışma durumuna gönderme yapmaktadır.

Eski Köy Yeni Adet

Cemaat, siyasete müdahil olma biçimiyle, bürokratik kademelerdeki paralel yapılanması ile u2013ilginçtir bu yapılanmanın büyük bir kısmı bu hükümet döneminde yaşanmıştır- ülkenin neredeyse en organize yapısı olarak hareket etmektedir. Görsel ve yazılı medyası, Güvenlik ve Yargı bürokrasisindeki gücü ile ilginç bir pratik sergilemektedir. Fetullah Gülen, vaaz-sohbet konuşmalarında siyasi parti lideri gibi sanal mitingler düzenlemekte ve hükümet kanadından gelen her söyleme cevaplar yetiştirmektedir. Bugüne kadar her türlü çatışma ve gerilim ortamından uzak durmaya çalışan, en tartışmalı kesimlerle bile uzlaşı, diyalog ve hoşgörü eksenli ilişki arayışını önemseyen ancak son hadiselerde ortaya çıkan hükümet ile kelle koltukta mücadelesine bakıldığında eski köye yeni adetin geldiği görülmektedir.

Cemaatin kendi tarihsel pratiği içerisinde alışkın olmadığımız bu meydan okuma tutumunun kamuoyuna yansıyan yolsuzlukların, yanlışlıkların giderilmesi adına ilke ve ahlak temelli bir itirazdan kaynaklandığına ikna olmakta güçlük çekiyoruz. Çünkü hem tarihsel pratiği hem de özellikle Ak Parti hükümetleri döneminde -sağır sultanın duyduğu hatta hükümet yetkililerinin de kabul ettiği gibi- mevki, makam, ihale ve projelerin alımında ilkesel ve ahlaki bir hassasiyetin gösterildiğine maalesef şahit olamadık. Dolayısıyla bugün dile getirilen ve hesap sorulması istenen yolsuzluk, adaletsizlik mevzuları bu bağlam üzerinden değerlendirildiğinde hesap soranların ahlaki duyarlılıklarına değil, onların açık edilmemiş başka hesaplarına, bağlantılarına işaret etmektedir. Özellikle Türkiye'nin iç ve dış gündemi dikkate alındığında böyle bir algının oluşmasını mümkün kılan pek çok gerekçenin olduğu görülmektedir.

'İlk Taşı Günahsız Olan Atsın!'

Siyasal konjonktür, kamuoyuna sunulan iddiaları, iddia sahiplerinin amaçları, bağlantıları üzerinden okumayı neredeyse zorunlu kılmakta bu durum da iddiaların gerçekliğinin araştırılıp açığa çıkartılmasını gölgelemektedir. Durum, fuhuş yaptığı iddia edilen kadının taşlanması üzerinden Hz. İsa'yı zorda bırakmak için baskı yapan Yahudilerin durumuna benzemektedir. Hz. İsa'nın "ilk taşı günahsız olanınız atsın" cevabında olduğu gibi dikkatler taşlanması istenen kadının üzerinden Yahudilere kaymaktadır. Ancak iddiaları kamuoyunun dikkatlerine sunanların üzerinde dolaşan şaibe, söz konusu iddiaların görmezden gelinmesi, bilinmeyen bir zamana ertelenmesi anlamına asla gelmemelidir. İddialar son derece ciddidir ve şeffaf, açık, kamuoyu vicdanını rahatlatacak bir şekilde araştırılıp soruşturulmalıdır.

Hükümet Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi, 'esas'a ilişkin yürüteceği itirazları 'usul'ü işlevsiz kılacak şekilde yürütmemeye özen göstermelidir. Dış güçler, komplo, kökü dışardalık söyleminin gerçekliğinin olması halinde bile demokratik siyasetin ve hukuk devleti ilkelerinin gereğinin yapılması gerekmektedir. Özellikle tarihin bu döneminde ulusal- uluslar arası olanın birbirine geçtiği dikkate alındığında, her toplumsal kesimin gizli ya da açık değişik güç ve çıkar merkezleri ile ittifak arayışında olacağı bir sır değildir. Ayrıca uluslararası güç şebekelerinin, herhangi bir ülkenin iç işleyişine müdahil olabilecekleri sorun alanlarını manipüle etme noktasında ne kadar üretken olduğu da aşikardır. Dolayısıyla siyaset düzleminde komplo, dış bağlantılar söylemi reel karşılığı olsa bile, temas edilen ya da gerekçe olarak öne sürülen sorun alanının varlığını ortadan kaldırmaz ve görmezden gelinmesini asla meşrulaştırmaz.

Seçimler öncesinde doğal karşılanabilecek olan siyasi gerilim, bu hadiseler ekseninde ortaya çıkan ya da iyice belirginleşen yeni bir kutuplaşmada tırmanmaktadır. Bu yeni cepheleşmenin temel alamet-i farikası, Ak Parti hatta Erdoğan karşıtlığında temellenebilir gözükmektedir. Bu durum, dış bağlantılar ve amaçlar ne olursa olsun içerde işlevsel bir koalisyona işaret etmemektedir. Zira Ak Parti ya da Erdoğan karşıtlığında zoraki bir ittifaka giden kesimlerin ülkenin geleceğine ilişkin asgari düzeyde bir paydaşlığa sahip olmamaları hem koalisyonu kırılgan hem de kamuoyu nezdinde umutsuz bir hale sokmaktadır.

Bütün bu gelişmeler üzerinden bakıldığında Türkiye'de siyaset, ilke ve değerlerin öncelenmesi üzerinden değil, her şeyin araçsallaştırıldığı kaba bir pragmatizm temelinde yürütülmektedir. Yolsuzluk, arsızlık belgeleri, iddiaları, kasetleri ancak ekonomi-politik içerisinde işlev gördükleri zaman ve zeminde kamuoyuna yansımakta aksi durumda uygun zamanı beklemek üzere karanlık mahfillerin tozlu raflarında bekletilmektedir. Bu tarz bir siyaset ya da siyasal mücadelenin aşılması ancak anayasa başta olmak üzere sistemik düzenlemelerin yapıldığı şeffaf, hesap verebilir bir devlet yapılanması ile mümkün olacaktır.