Dolar (USD)
33.99
Euro (EUR)
37.82
Gram Altın
2819.67
BIST 100
9577.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Eylül 2024

Hukukun gücü mü? Güçlünün hukuku mu?

Türkiye’nin gündeminde bugün en çok konuşulan konuların başında Polat Ailesi’nin tahliyesi yer alıyor. Bir süredir basının ve kamuoyunun yoğun ilgisiyle karşılanan bu tahliye kararı, toplumda hukuk, hak ve adalet kavramları üzerine derin bir sorgulamaya neden oldu. Bu olay, sadece bir ailenin hukuki durumu değil, aynı zamanda ülkemizde adaletin ne kadar güçlü bir zemin üzerinde yürüdüğüne dair ciddi sorular doğurdu.

Adalet, hukukun temel taşıdır. Bir toplumda hukukun üstünlüğü ilkesi ihmal edildiğinde, adaletin sağlanması mümkün değildir. Polat Ailesi’nin tahliyesi, kamu vicdanında derin bir yara açtı ve geniş çaplı tepkilere yol açtı. Bu kararın adil olup olmadığı tartışılırken, hukukun ne denli güvenilir bir mekanizma olduğu da yeniden masaya yatırılıyor.

Adaletin temel ilkelerinden biri, eşitliktir. Bir hukuk sisteminin tarafsız olması ve herkesin yasalar karşısında eşit muamele görmesi beklenir. Ancak Türkiye’de, özellikle son yıllarda, bazı davalarda hukukun siyasetin gölgesinde kaldığına dair endişeler artmakta. Polat Ailesi gibi olaylar, toplumda hukukun sadece güçlüler lehine işlediği yönündeki algıyı güçlendiriyor. Adaletin sadece zengin ve nüfuzlu olanlar için mi işlediği sorusu zihinlerde yer edinmiş durumda.

Bir tahliye kararı, mahkemelerce hukuka uygun şekilde verilmiş olabilir. Ancak adaletin sadece kanunların harfiyen uygulanması olmadığını unutmamak gerekir. Adalet, aynı zamanda toplumun vicdanında yankı bulan, toplumsal huzuru ve güveni tesis eden bir kavramdır. Eğer bir karar toplumun geniş kesimlerince adil bulunmuyorsa, o kararı hukuk çerçevesinde savunmak ne kadar mümkün olabilir?

Bu olay, hukuk sistemiyle toplum arasındaki güven bağını sarsma tehlikesi taşıyor. Hukukun gücünü kaybettiği bir toplumda, insanlar kendi adaletlerini sağlamaya meyledebilir. Bu ise kaos ve hukuksuzluğun yayılmasına yol açar. Hukukun üstünlüğü, her bireyin haklarının güvence altına alındığı, kimsenin yasaların üzerinde olmadığı bir sistemi gerektirir. Eğer hukuk sistemi, güçlü ve ayrıcalıklı kesimlerin lehine işliyorsa, bu durum toplumsal barışı tehdit eder.

Polat Ailesi’nin tahliyesi meselesinde olduğu gibi, adaletin zedelenmesi toplumda derin yaralar açabilir. Bu olay, sadece bir aileyle sınırlı kalmayıp, adalet mekanizmasının işleyişi hakkında genel bir sorgulama başlatmıştır. Mahkemelerin tarafsızlığı, hukukun üstünlüğü ve herkesin yasalar önünde eşit olduğu ilkesinin korunması, toplumun adalete olan güvenini yeniden inşa etmek için elzemdir.

Polat Ailesi’nin tahliyesi, bir kez daha adaletin ne kadar hassas ve önemli bir kavram olduğunu hatırlatıyor. Hukuk sistemi her şeyden önce toplumun güvenini kazanmalı ve bu güveni sarsacak her türlü etkiden uzak durmalıdır. Eğer bu güven zedelenirse, toplumda kaos ve adaletsizlik tohumları yeşerir.

Bu noktada, siyaset kurumlarına, hukukçulara ve yargı mensuplarına büyük sorumluluk düşmektedir. Adaletin herkese eşit şekilde uygulandığı bir Türkiye hayali için hukuk sisteminin tarafsızlığını koruması ve hak temelli bir yaklaşımı esas alması gerekiyor. Polat Ailesi’nin tahliyesi üzerine yürütülen bu tartışmalar, hukuk sistemimizdeki eksiklikleri daha görünür hale getirdi ve adaletin sadece bir kavram değil, toplumsal barışın temel direği olduğunu bizlere bir kez daha hatırlattı.

Bu vesileyle, adaletin herkes için, her koşulda ve her zaman geçerli olması gerektiğini unutmamalıyız. Hak, hukuk ve adalet, bireyler ve toplum için yaşamsal önemdedir. Adaletin olmadığı yerde, özgürlük ve eşitlik de anlamını yitirir.