Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Şubat 2020

Hukukun ayakları ve gözleri…

Hukuk ancak bir toplum üzerine bina edilir. Çünkü insanlar toplum halinde yaşarlar. Toplum hukuku doğurur, hukuk da toplumun düzenini sağlar. Farklı bir izahla toplum ve kural bir biri ile çok sıkı bir ilişki içerisindedirler. Hatta o kadar sıkı ilişkidir ki birbirlerinin varlık sebebidirler. Kuralsız toplum hayatiyetini devam ettiremeyeceği gibi, toplumun olmadığı ihtimalde de kuralın varlığının anlamı olmayacaktır.

Bu meyanda her bir hukuk normu o toplumun değerlerinin müşahhas hale gelmiş, ete kemiğe bürünmüş vaziyetidir. Değerleriyle her toplum ise farklı bir dünyadır. O toplumu farklı kılan “dünya” olma hali sürdürülebildiği müddetçe toplum orijinal mevcudiyetini devam ettirebiliyor demektir.

Buradan hareketle hukuku yaşayan bir organizmaya benzetirsek ayaklarının toplumsal gerçeklik üzerine bastığını söyleyebiliriz. Toplumsal gerçeklik ise o toplumun dünya görüşü, değerleri ve zamanının şartları gibi faktörlerin bir alaşımıdır.

Hukukun kolları ve parmakları ise farklı branşları ve dalları oluşturur. Meselâ kamu hukuku, özel hukuk ayrımı gibi. Kamu hukukunun anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukukunu; özel hukukun medeni hukuk, ticaret hukuku, borçlar hukuku şeklinde çeşitli dalları kapsaması gibi.

Ama bu organizmanın bir de gözleri vardır: Gözleri yukarıya, idesine bakar: Adalet. Gözlerini hiçbir zaman adaletten çevirmez. Eğer çevirirse hedefi olan “adil” toplumu bırakıp başka ideallerin peşine düşmüş olur. Çağdaş toplum, ileri toplum, modern toplum gibi.

İşte bu hukukun ideolojik hal almış şeklidir. Varlık sebebine yabancılaşması vaziyetidir. Böyle bir hukuk yaşadığı topluma ayaklarını nazikçe dayamaz. O toplumu ezer, tekmeler, eziyet eder.

Peki, toplumlar zaman ile değişmez mi? Elbette değişir. Çünkü toplumlar durağan değil hareket halindedir. İşte bu ahvalde hukuk her sarsıntıda dengesini koruyarak topluma adapte olur. Değerlere tekabül eden değerli olma yahut “normal” olma şeklinde vasıflanan “davranışlar” hakkındaki hükümler geçen zaman eşliğinde değişebilir. Lakin hukuk zaman ne kadar geçerse geçsin bir an bile gözlerini adaletten başka bir tarafa çevirmez. Çevirirse başkalaşarak üzerinde yaşadığı topluma müdahale alanı haline gelmiş olur. Müdahalenin ise diğer sosyal normlar ile çatışma çıkaracağı hususu kestirmesi çok kolay bir sonuçtur.

Bu ahvalde hukuk “niçin” ini kaybeder. Mesela toplum için değil, Avrupa Birliği için hukuk olmuş olur.” Niçin”ini kaybeden; din, ahlak, töre, örf gibi diğer sosyal normlarla çatışmaya giren bir “hukuk” sırasıyla saygınlığını, geçerliliğini ve son olarak da meşruluğunu sorunsallaştırmış olur.

Hukukun toplumsal değişimlere ayak uydurmasının elzem olduğunu bahsetmiştik. Aksini düşünmek bile muhaldir. Lakin burada şöyle bir incelik bulunmaktadır. Hukuk toplumun yaşadığı değişimlere mütenasip olarak ayak uydurur. Toplumsal değişime yön vermeye çalışmaz. Böyle bir anlayış toplumlarda yaşanan değişimlere yön vermek anlamına gelir ki bu da “adalet” için değil “toplumsal mühendislik” için hukuk demek olacaktır.

Bu gelişmeden yani hukukun şeklen devam edip ruhen ölmesi hadisesinden en çok dünyanın mevcut müstekbirlerinin kârlı çıkacakları konusu artık kaziye-i muhkeme halini almış bir husustur. Tıpkı mazlum bir ülkeyi istila etmeden önce güçlü devletlerin Birleşmiş Milletlerden şekline uygun karar çıkartmaları gibi.