"Hoştur bana Senden gelen!"
Hanım Sahâbîlerin meşhurlarından. Peygamber Efendimiz’e (a.s.) on yıl devamlı hizmet etmekle şereflenen Enes bin Mâlik’in (r.a.) annesi ve ashâb-ı kiramın meşhurlarından Hz. Ebû Talha’nın hanımıdır Hz. Rumeysa (r.a.).
Allah (c.c.), bizi bazen varlıkla bazen de yoklukla sınayabilir. Peygamberlerin birçoğunun hayatında olduğu gibi Cenabı Hak Teâlâ Hazretleri bazen evlatlarımızla bazen yakınlarımızla bazen de mallarımızla sınayabilir. Ayet-i kerimede Rabbimiz bu hususu;
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155) buyurmak suretiyle ifade etmektedir.
Cenab-ı Hak Teâla Hazretleri; “Mallarınızdan eksiltmek suretiyle, ürünlerinizden eksiltmek suretiyle, canlarınızdan almak suretiyle sizi deneyeceğiz, korkuyla deneyeceğiz, açlıkla deneyeceğiz” buyuruyor.
Kim kazanacak bu sınavı? Bu denemeyi kazananlar kimlerdir? Onu da ayetin devamında “sabredenleri müjdele” buyurmak suretiyle anlatıyor. Sabredenlerin vasıflarını anlatırken ise; bir yakınımız, bir arkadaşımız, bir dostumuz, bir dostumuzun yakını vefat ettiği zaman taziyeye gidince de okuduğumuz ayetle açıklıyor: “İnna Lillah ve İnna İleyhi Raciun” “Allah'tan geldik ve netice itibariyle yine Allah'a döneceğiz” diyenler. Bu ayet-i kerimeyi sabredenlerin söylemesi gerektiğini, sabrın alametinin de bu olması gerektiğini Allah Teâla Hazretleri ifade buyuruyor.
Hz. Rumeysa ve Ebu Talha (r.a.)’ın bir çocuğu vardır. Çocuk hastalanmıştır. Baba; evin maişetini, geçimini temin etmek üzere günlük işleri ile meşgul olmak durumundadır. Sabahleyin çocuğu hasta halde yatıyorken işe gitmek üzere evinden çıkar. Evine helalinden rızık temin etmek üzere, işiyle meşgul olurken; sabahleyin hasta olarak bırakmış olduğu çocuk gündüz saatlerinde vefat eder. Rumeysa validemiz Rabbine olan teslimiyetiyle vefat eden oğlunu yıkayıp kefenler ve evin bir köşesine güzelce yatırır. Buhurlayıp üzerini örter. Ev halkına da: “Ebu Talha’ya oğlunun öldüğünü ben söylemedikçe hiç biriniz söylemeyiniz!” diye tenbîh eder. Akşama kadar bekler eşinin gelmesini. Akşam olunca, Ebû Talha (r.a.) eve gelir. Eve girince selamlaştıktan sonra, sorduğu ilk soru “Çocuk nasıl oldu?” sorusudur. Çünkü sabahleyin hasta bırakmıştır ve nasıl olduğunu merak etmektedir.
Rumeysa validemiz: “Olabilecek en sakin, en huzurlu, en rahat durumda” cevabını verir.
Bu cevaptan siz olsanız ne anlarsınız? Sabahleyin hastayken bırakmış olduğunuz çocuğunuzun durumunu akşam eve dönüp sorunca eşiniz; “Olabilecek en iyi durumda. Rahatladı” gibi bir cevap veriyor. Biz ne anlarsak bu cevaptan, Ebu Talha (r.a.) da onu anlıyor. Yani “çocuk belli ki iyileşmeye yüz tuttu, yatağında istirahat ediyor” diye düşünüyor.
Hz. Rumeysa validemiz yemek hazırlıyor eşine; beraber yemek yiyorlar, birlikte oluyorlar. Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde Rumeysa artık söylemenin vaktinin geldiği kanaatiyle sorular soruyor eşi Ebu Talha’ya.
“Ebu Talha! Söyler misin bana? Bir kimse senin yanına belli bir süreliğine emanet bırakmış olsa; o müddet dolduğu zaman bırakmış olduğu emaneti senden geri almak isterse nasıl davranırsın?” diyor.
Ebu Talha: “Bu nasıl soru?” diyor. Yani emanet edilen kimseye, yanına bırakılan emaneti istenildiği zaman sahibine iade etmek düşer. Neticede kendi malı değildir, ona ait değildir. Mal sahibine iade etmek, asıl sahibine vermek düşer.” der. Bunun üzerine, söylemesi gereken anın geldiğini düşünüyor Rümeysa (r.a.) ve diyor ki: “Ey Ebu Talha! Allah bizim yanımızda bırakmış olduğu emanetini aldı. Çocuk sen gelmeden önce vefat etti.” Ebu Talha çok üzülüyor. Eve gelir gelmez çocuğunun vefatını haber vermemesinden dolayı morali bozuluyor. Eşi gelir gelmez haber verseydi acısını hisseder, başka işlerle meşgul olmazdı. Yemek yediler, oturdular, beraber oldular... yani bütün bunlardan sonra söylemesine içerliyor Ebu Talha (r.a.).
Ebu Talha daha sonra sabah namazını kılmak için mescide gitti. Akşam olanları Efendimiz’e (a.s.) haber verince Hz. Peygamber(as):”Cenâb-ı Hak, bu gecenizi hakkınızda mübârek eylesin!” diye mukabele etti.
Burada söz konusu olan bir duyarsızlık ilgisizlik ya da şefkatsizlik değil. Burada söz konusu olan teslimiyet ve rızanın zirvesidir. Allah'tan geliyorsa; veren Allah, alan Allah’sa (c.c.) buna iman eden insanın teslimiyet göstermesi gerekir.
Cenab-ı Hak bizi birçok şeyle sınıyor. Hastalıklarla sınıyor... İsyan ettiğimiz oluyor, itiraz ettiğimiz oluyor, feryat figan ettiğimiz oluyor. Hâlbuki hastalıkla sınarsa Allah bizi; dermanını, devasını aramakla beraber, sabretmek de bizim görevlerimiz arasındadır. Yakınımızı almakla sınarsa Allah bizi (c.c.) elbette üzülmekle beraber sabır ve teslimiyetle yaklaşılırsa ecir ve mükâfat olur insana. Hastalığa böyle yaklaşılırsa günahlarına kefaret olur, derecesinin yükselmesine vesile olur.
Efendimiz (a.s.): “Müslümanın durumu, müminin işi ne kadar acayiptir. Başına sevindirecek bir şey gelirse şükreder; “veren Allah'tır (c.c.)”der ve Rabbine karşı şükür görevini yerine getirir. Bu onun için hayır olur. Başına gelen sevinçli bir hadiseye şükretmesinin karşılığında Allah'tan ecir ve mükâfat alır. Eğer başına sıkıntılı, darlık veren bir durum gelirse ona da sabreder mümin. Bu da onun için hayır olur.
Biz kadere iman eden insanlarız. Bizlerin de başımıza gelen hadiselerde Hz. Rumeysa validemizin göstermiş olduğu teslimiyete benzer bir teslimiyetle kadere rıza noktasında olmamız gerekiyor. Her şeyin sahibinin Allah olduğu bilinciyle; Allah'ın verdiğini, alınca da Allah’ın aldığını bilmemiz gerekiyor.
Bizim de isyan etmeden hadiseleri karşılamamız gerekiyor.
“Allah bir kuluna cennette bir makam hazırlar. Kul kendi ameliyle o makama gitmeyi hak edemez” buyuruyor Efendimiz (a.s.).
Cenab-ı Hakk (c.c.) bu kula hastalık verir sonra da o hastalıklara sabır, tahammülle karşılama özelliği verir. Hastalanır, bu hastalıklara sabreder, tedavisini arar ama Allah’a isyan etmez. “Allah (c.c.) hastalıklara sabretmesinin mükâfatı olarak onun için cennette hazırlamış olduğu makamı ona lütfeder” buyuruyor Efendimiz (a.s.).
Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun.