Hoş geldin sevgili ağabey
Dostlar yazılı basınımız kan kaybetmeye devam ediyor. Kayıp bu hızla devam ederse yakın bir gelecekte gazete cenazeleri daha da sıklaşacak ve okunacak gazete kalmayacak. Sosyal medya ve internet kullanımı yaygınlaştıkça bu kayıp kaçınılmaz dense de bizdeki gibi hız başka bir ülkede yok sanıyorum.
Bizde zaten genetik bir şifahilik hastalığı var. Başka bahaneler üreterek zaman kaybetmemeliyiz diye düşünüyorum. Sebep arayarak veya şunu bunu suçlayarak zaman kaybetmek yerine hatalarımızı hızlı bir şekilde düzeltmek ve bu ülkenin değerleri ile dertli olan gönülden geçenleri kalemi ile yazıya dökebilen sözde değil özde yazan çizenlere kapıları açabildiğimiz kadar açmaya bakmalıyız.
Çok yakından tanıdığım ve her türlü örnekliğini taklit etmekten gurur duyduğum muhterem Mehmet Şevket Eygi bey üstadım yıllanmış tecrübelerini, doğru düzgün paylaşabileceği bir gazete olmadığı için geniş halk kesimleri ile paylaşamıyor.
Aynı şekilde Ahmet Taşgetiren ağabey de düne kadar fikir ve düşüncelerini halkımızla paylaşmıyordu. Yıllanmış bilgi ve tecrübe birikiminin ağır yükünü birkaç gündür bir gazetemizde arı duru şeffaf ve akıcı üslubu ile paylaşmaya başladı.
Her iki üstadın yazılarını okumak bile ülke ve dünya gündemi dışında, kişiliğimizin olgunlaşması ve kimliğimizin ve omurgamızın yamukluklarının düzeltilmesinde büyük yararları var. Sayılamayacak kadar fazla olan bu yararlardan sadece birkaç tanesini örnekleyerek demek istediğim daha iyi anlaşılsın derim.
Her iki üstadı yakından tanıyan bir vatandaşım. Ortak paydalarını aktarmakla iktifa edeceğim. Her iki üstadımda ehli sünnet vel cemaat. Her ikisi de maddi ve manevi duruşları ile dünya malına meyletmeye tenezzül dahi etmemişler. Tevazuunun ve samimiyetin en büyük mutluluk olduğunu içselleştirerek sade yaşamanın zenginliğini etrafa yaşayarak yaymışlar.
Örnekleri çoğaltacak değilim. Ancak demek istediğimi anlayanlar zaten anladı. Bu toplumda öyle değerler var ve bir kısmını bilen bir kişi olarak bu satırlara sığdırılamayacak kadar da çok olduklarını bilmenizi isterim.
Hemşerim, yakın dostum ve ağabeyim olan Ahmet Taşgetiren ağabeyime basınımıza tekraren hoş geldin diyor, sadece okumaktan hoşlanan insanlarımıza yazdığı değerli makalelerini okumalarını tavsiye ediyorum.
Malum şifahi toplum olduğumuzu ve okumaktan çok hoşlanmadığımızı arz etmiştim. Okumayı yazmayı sevmek konusunda ne kadar fakir isek bir o kadarda başka alanlarda zengin olan yönlerimiz var. Aynalara deruni bakanlar ne demek istediğimi çok kolayca anlarlar.
Sağlıklı insanı hasta etmek
Böyle bir hastalıkla karşı karşıya olduğunun bilincinde olmayan on binlerce kendini hasta sayan insanın var olduğunu söylesem mübalağa olmaz.
Hekimlerimiz ihtisaslaştıkça, sağlık teknolojisinin imkanları da arttıkça bu hastaların sayısı füze gibi hızla artmaya devam edecek gibi görünüyor.
Ne demek istediğimi basit birkaç örnekle aktarırsam meramım daha iyi anlaşılır. Hastalarımız şöyle veya böyle sebeplerle sağlık kuruluşlarımıza müracaat ediyor. İlk muhatap olduğu hekimin yaklaşımına göre bir yerlerden araştırma başlıyor.
Hekimliğin olmazsa olmaz birinci şartı olan hastalıkların hikâyesini iyi dinlemek. Çeşitli sebeplerle bu süre kısaltılınca aşırı teşhis hastalının bulguları baş göstermeye başlıyor.
Basit bir baş ağrısı şikâyeti ile sağlık kuruluşuna başvuran bir hastanın eline MR istek formu tutuşturuluyor sapa sağlam gittiği kurumdan, beyin tümörü veya benzer bir ön teşhisle çıkış yapabiliyor.
Aynı şekilde basit bir üşütme ile ilgili şikayetle hastaneye veya polikliniğe müracaat eden bir hastanın eline tomografi istek formu yanında, akciğer grafisi ve çek-up olarak adlandırılan kan tetkikleri istenirken ön tanıya pnömoni, bronşit hatta daha ağır teşhisler yazılarak bir anda ATH hastası haline geliveriyor insan. .
Örnekler o kadar çok ki, gerçekten içler acısı acınacak haller içerisinde çok sayıda hasta ile maalesef sıkça karşılaşır oldum. Hocam bende şu var bu varlı kelimelerle konuşmaya başlayan hastalarımızı, sağlıklı oldukları hususunda ikna etmek kolay olmuyor.
Hastalığı sahiplenme ve onunla duygusal bir ilişki içerisine girmeyi seven bir toplumuz gibime geliyor. Aykırı bir cümle ile başlayacak bir açıklamaya çoğunun tahammülü bile yok.
Paylaşılacak daha çok mesele var.
Amacım kimseyi yargılamak değil elbet.
Sağlık bilincimiz yeterli değil.
Hekimlerimizin zaman sorunu yanında moral ve motivasyon eksikliği sorunu da var.
Son 15 yılda sağlık sistemimizde devrim diyebileceğim olumlu gelişmeleri yok sayacak da değilim. Ancak bir yerlerde sorun var değerli dostlar. Un-yağ –şeker olmasına rağmen helva yapmada kat ettiğimiz mesafe maalesef yeterli düzeylerde değil. Bir türlü helva yapamıyoruz.
Durum böyle olunca sağlık sisteminden olumlu sonuç alamayan insanlar hekim dışı yollara baş vurarak dimyata pirince giderken evlerindeki bulgurdan oluveriyorlar.
Sağlıkta arz-talep dengesinde esas amaç talebi azaltmak olmalı.
Koruyucu hekimlik ve sağlık bilinci geliştirilmesi gibi sağlık sistemine talep azaltıcı önlemler yerine ha bire tetkik ve abartılı teşhis yollarının labirentinde sağlıklı insanlarımız hasta oluyor.
Mevcut hastanelerimiz yetmezmiş gibi şimdi devasa şehir hastaneler zinciri ile çare ve çözüm peşinde koşuluyor. Amaç üzüm yemek olsa amenna. Ancak bağcıları dövmek gibi bir riskin olduğunu unutmamalıyız.
Sağlıkta arzı artırmanın hasta sayısını ve hastalık sayısını artırarak aşırı teşhis almış hastalar üretmek gibi bir riskinin olduğunu açık seçik beyan etmek isterim.
Endüstriyel tıbbın birincil amacının ekonomik gelir üretmek olduğu akıldan çıkarılmamalı.
Reçete memurluğu yapan meslektaşlarımız ister istemez endüstriyel tıbbın birer elemanı olmak gibi bir kadersizliklerinin olduğu akıldan çıkarılmamalı ve buradaki tehlike ciddiye alınmalı.
Benim hekimlik yaptığım yıllar içerisinde yüzlerce mucize ilaç şöyle veya böyle sebeplerle insan sağlığına şifa değil zarar verdikleri için toplatılarak yok edildi.
Bizlere güvenerek yardım talep eden hastalarımıza yaptığımız yanlışlar nedeni ile bir anlamda özür dileyerek kendimizi temize çıkarmamız zor gibime geliyor.
Hafif yaramaz diyebileceğimiz çocuklara dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu teşhis koymak veya kaygı düzeyi biraz yüksek bir kişiye anksiete demek hatta tertipli düzenli bir insana da OKB tanısı koymak…
Örnekler o kadar çok ki, hangi birisi dedirtecek cinsten.
Siz siz olun aşırı teşhis konulmuş bir hastalıkla yaftalanmadan önce iyi sorgulayarak sağlığınıza sahip çıkın. Aşırı teşhis koyarak sağılığınıza zarar veren kişi ve kurumlardan da uzak durun. Sağlık ve mutluluk dileklerimle.