Hoş bulduk Mekke
Ruhun huzura ve sevince, nefsin ilahî doyuma kavuşması için kapılarını
açan şehirdeyiz. Yunus Emre “Aksakallı
pîr koca bilmez ki, hâli nice / Emek yimesün hacca bir gönül yıkarsa” mısralarında
hacı olmanın kolay, hacı olarak ölmenin zor olduğuna vurgu yapar. “Nereden yola çıkarsan çık yüzünü Mescid-i
Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. Allah
yaptıklarınızdan habersiz değildir” buyruğu zikrolunanın Kâbe’nin
bulunduğu mekân kastedilmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’de belirtildiği üzere,
insanlar için yeryüzünde ilk inşa edilen ve Allah’ın ‘evim’ diyerek
sahiplendiği siyah örtüsüyle gönlümüzün cazibe merkezimiz Kâbe, mukaddes
mekândır.
Gündelik hayatımızın uğraşları içerisinde zedelenen, yorulan ruhumuzun,
harap gönlümün ihyası için; ikinci bir
umreye kadar günahlarıma kefaret olduğunu peygamberimizin müjdesinden
öğrendim. Hayatımda yeni bir pencere
açılacağını düşünüp, kulluğumu hatırıma getirmesinin anahtarı olan umre ibadeti
için Mekke’ye vasıl olup, Beytullah’la buluşmanın huzuru ile yazıyorum.
Kâbe’yi ilk gördüğümde “Burada yapacağım ve bundan sonra yapacağım
dualarımı kabul et Allah’ım” dedikten sonra siyah taş anlamına gelen Hacerü’l-Esved’i
kalp hizama alıp selamladım ve saat yönünün tersine bir döngüyle başladığım tavafın
nihayetinde Kâbe Kapısı yakınındaki Makam-ı İbrahim’in arkasında
iki rekât namazı Peygamberimiz sünneti olarak eda ettim. Kur’an-ı Kerim’de
zikredilen makamda Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken iskele olarak
kullandığı taş üzerindeki ayak izlerini görüyorsunuz. Kâbe’nin kapısı ile Hacerü’l-Esved
arasında kalan ‘sıkı sıkıya yapışılan
yer’ anlamına gelen Mültezem’le
sarılarak hasretimizi gidermeye gayret ettik. Altınoluk’un altındaki
hilal şeklindeki Hicr-i İsmail alanının Kâbe’nin içi sayıldığını Hz.
Aişe validemizin anlatımından öğreniyoruz.
Umre ibadetinin cüzlerinden biri de Safâ ve Merve tepeleri
aralarındaki yapılan sa’y ibadetidir. Tavaf sayısında olan sa’y, Hz. İsmail’in
annesi Hz. Hacer’in su bulma çabasının hatırasıdır.
Dünyanın hemen her bölgesinde yaşanılan kuraklık ve Arabistan gibi sıcak
bir coğrafyada zemzemin tükenmeyişi başlı başına ilahi rahmetin tecellisidir.
Burada zemzemle ilgili ilmî hakikatlerden söz etmeyeceğim. Zemzem suyunun
kendine has lezzeti olduğunu içince anlıyorsunuz.
Belirli bir
zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Kâbe’yi tavaf etmek, Safâ ile Merve
tepeleri arasında sa’y yapmak ve tıraş olup ihramdan çıkmak suretiyle yerine
getirilen ibadetin ihram ve tavaf olmazsa olmazıdır. Yani farzıdır. Vacipleri ise sa’y ile tıraş olup ihramdan
çıkmaktır açıklamasını ilmihallerde okuruz. Kurban arifesi ve bayram günleri
dışında umre için belirlenmiş her hangi bir zaman olmadığını, fıkıh uleması söylemektedir.
Yalnızca yüce yaratıcıya yönelmenin ve yalnızca onun
huzurunda eğilmenin ve ondan başkasına ibadet etmemenin fiili bir göstergesi
olan tavafta kişiyi diğerlerinden ayıran hiç bir işaret veya alamet
yoktur. Orada birlik olduğundan müminler
denizinde kaybolmak ve toplulukta erimek gerektiğini düşünmeliyiz.
Tavafta tıpkı
namazımızda olduğu gibi Allah'ın huzurunda olduğumuzun bilinciyle tazim, hürmet,
korku ve ümit arası bir muhabbet içerisinde olunmalıdır. Kâbe’nin Allah’ın evi
kalplerin de onun nazargâhı olduğunu düşünerek tavafımızda gönül evini yani
kalbimizi yeniden inşa etmeliyiz.
Fırsat buldukça Kâbe’yi seyrederek,
yüceliğini temaşa etmeliyiz. Unutmayalım ki, gönül Allah'ın evidir oraya temiz
olmayan hiçbir şeye müsaade etmeden “Allah’ım! Burası senin beldendir. Şu
da Mescid-i Haram ve saygın evindir. Ben de senin kulunum ve kulunun çocuğuyum.
Buraya Senin rızanı kazanmak için geldim. Sen de bunu bana lütfettin. Beni
bağışla ve bana merhamet et. Şüphesiz sen her şeye gücü yetensin” duamızla ve’s-selam.