Horoz ve tilki oyunu...
Anlatacağım bu öykünün Amerika’da askeri okullarda ders olarak okutulduğunu duymuştum. Hikâye şöyle:
“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.
Filmin adı “Küçük Tavuk”
“Bir kümes var. Kümeste birçok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Kümese giremeyen tilki kümesin tellerinde küçük bir delik açarak genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen genç ve küçük horozlar her gün gelip tilkiden mısır alıyor. Bir süre sonra tilki genç ve küçük horoza tek başına yiyebileceğinden daha fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Yaşlı horozun etrafındaki tavuklar azalmaya genç ve irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanmaya ve artmaya başlıyor.
Bu aşamada tilki bu kez kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye...
Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bu durum bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor.
Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor.
Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”
Çizgi film burada bitiyor ve ışıklar yanıyor.
Bu hikâyeden hangi dersi çıkaracağız?
Söyleyeyim...
Derdi davası olmayanın sadece midesini ve çıkarını düşündüğü, davasının adamı olmayacağı aşikâr. Kolayca şerit değiştirebiliyorlar. Yem hangi kafeste ise onlar hurra ordalar. Kolayca içeri çekilebiliyorlar. Avlayanları çok oluyor bunların…
Bunlarda baskın özellik; kaypaklık, hırs, oynaklık ve aç gözlülükleridir. Haliyle aç gözlülük, doymayan karın ve tamahkârlık demektir. Dolayısı ile bunların yemleyenleri çok oluyor. Menfaat gördükleri her kafese atlayabiliyorlar. Şöyle de diyebiliriz, ortamın ve devrin rengini alanların kafese çekilmeleri ve paketlenmeleri daha kolay oluyor.
Dava adamı olmak zorlaşıyor...
Davasında bir ileri iki geri adım atanlardan, menfaat düşkünü, kaypak ve zayıf karakterlerden gerçek dava adamı olmayacağını bilmeliyiz.
İstanbul ve Ankara seçim sonrasında güya dava adamı olanların maskeleri çok çabuk düştü. Çok hızlı kafes değiştiriyorlar. Zevahirden iyice emin olamayanlar da ortamı kokluyorlar. Her an başka yere tüyebilirler…
Makam ve mevki emanettir. Asla fırsat değildir. Güvenip saflarımıza aldığımız fırsatçıların yaptıkları korkarım derin bir boşluğa çekiyor bizi!
Kuyruksallayanın kocası çok olur. Bu tiplerin menfaat arzuları dillerine yansıdığı gibi şekillerine, giyim, kuşam ve yaşamlarına da yansıdığını gördük. Kolay lokma olma özelliği taşıyan bu çerezlerin, zayıf karakterlerin gittikleri yerlerde kullanım süreleri dolunca emin olun işleri de kolayca bitirilecektir. Çabaları sadece her türden dünyevi menfaat...
Saygınlık mı dersiniz?
Efendilerinin bahşettiği kadardır…