Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Ağustos 2020

​Hoop! Nereye Gidiyoruz?

Ülke olarak son yıllarda güzel gelişmeler yaşıyoruz. Savunma sanayiinde yerlileşme oranı artıyor. Türkiye artık kendi topunu, füzesini, tüfeğini kendi yapar hale geldi. Milli savunma sektöründe İHA-SİHA gibi yenilikler sayesinde kendi ayaklarımız üzerinde durabilir hale geldik. Hatta bu ürünlerin ihracatını dahi yapıyoruz.

Diğer taraftan terörle mücadele de iyi gidiyor. PKK vb. örgütler tarihlerinde görülmemiş yenilgiler yaşıyorlar. FETÖ temizliği sayesinde Güneydoğu ve Doğu’da terörle mücadele süreci daha da hızlandı. Asker, polis ve MİT’in ortak çalışmasıyla çok sayıda terörist etkisiz hale getirildi. Yurt içindeki mücadeleye ek olarak Kuzey Irak gibi bölgelere de nüfuz ederek teröre diz çöktürür hale geldik.

Doğu Akdeniz’de ve sair deniz sahalarında haklarımızı savunur hale geldik. Artık çekinmeden, korkusuzca, gemilerimiz enerji kaynaklarının ekonomimize kazandırılması için harıl harıl çalışıyorlar. Bize gözdağı verenlere biz de gereken cevabı verebiliyoruz. Sindiğimiz, boyun eğdiğimiz pısırık dış politik atmosfer dağıldı, yerine daha aktif bir dış politik ortam geldi.

Bunlar güzel gelişmeler. Ancak yolunda gitmeyen işler de var. Mesela aile ve aile politikaları konusunda sınıfta kalmak üzereyiz. AB/Batı dayatması bir metin üzerinden toplum ikiye bölündü. İstanbul Sözleşmesine taraf olanlar kadın cinayetlerini bahane ederek sözleşmeyi ısrarla savunuyor, sözleşmeye taraftar olmayanlar ise aile yapısının sürekli parçalandığı temel iddiasıyla karşı çıkıyor.

Yapılan bazı araştırmalara göre İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan sonraki süreçte işlenen kadın cinayetlerinde bir azalma yok. Yani sözleşmenin kadın cinayetlerini azaltıcı bir etkisi bulunmamakta. Ancak LBGT’ciler, kızıl ve yeşil Feministler sözleşme iptal edilirse kadına şiddetin artacağı yolunda fikir beyan ediyorlar. İstanbul Sözleşmesini sihirli bir kurtarıcı olarak görüyorlar. Karşı çıkanların ise karşı çıkış gerekçeleri çok daha fazla. Ailenin çözülmesi, erkeğin haksız şekilde ömür boyu nafaka yükü altına sokulması, erkeğin haksız ve yersiz ithamlarla aileden uzaklaştırılması, kadının ve erkeğin aile kurumuna ihanet etmesi karşılığında gerekli cezaya çarptırılmaması ve neredeyse el üstünde tutulması, LBGT’cilere yol verilmesi, cinsiyet kavramı konusunda toplumun zihninin bulandırılması vs. Karşı çıkanların gerekçe listesi, sözleşmeden yana olanlardan daha fazla.

Sözleşmenin feshedilmesine karşı çıkanlar tamamıyla haksız değiller. Ancak görmezden geldikleri nokta, bu sözleşmenin yerli ve milli olmaması, bir batı dayatması metin olarak Türk aile yapısına dayatılması. Daha da kötüsü bu sözleşmenin şiddeti önlemede yetersiz oluşu. Sözleşmenin feshini savunanlar haksız değiller çünkü uzmanlara göre sözleşme cinsel sapkınlıklar ve bireylerin cinsel tercihleri noktasında din, ahlak ve töre dışı eğilimlerin önünü açıyor.

İşin kötü tarafı, sağ-muhafazakâr-İslâmcı kanat bu sözleşme yüzünden hiç de hiç olmayan bir tartışma içerisine girmiş durumda. Oysaki işi bu noktaya getirmeye, çirkinleşmeye hiç gerek yoktu. Sözleşmeyi savunanlar niye savunduklarının gerekçelerini ortaya koyarlardı, karşı çıkanlar da neden karşı çıktıklarını gerekçeleriyle açıklarlardı. En son, nihai karar verileceği zaman bütün bu görüşler değerlendirilir, iyi kötü bir karar verilirdi. Mesela muhafazakâr siyasetçi ve kanaat önderlerine ağız dolusu küfreden bir takım pespaye adamlar hakkında neredeyse hiç ses çıkarılmaz ve hiçbir kovuşturma yapılmazken bir yazara, hem de Türkiye çapında (81 ilde) dava açılması ilginç bir tablo oluşturdu. Oysaki işin bu noktaya gelmemesi gerekirdi. Her iki taraf da kontrollü şekilde fikrini savunsaydı bu çirkin tablo ortaya çıkmayacaktı. Demokratik olarak yeterince olgunlaşamadığımızdan olsa gerek, çoğu zaman bir fikri savunurken iş hakaret ve küfürleşmeye kadar gidebiliyor.

Bir başka sıkıntı ise, sözleşmeye karşı çıkanlarla sözleşmeyi savunanların eşit güce sahip olmaması. Medya kanalları, ifade ve düşünce hürriyeti, siyasi güç ve maddi güç bakımından iki taraf da eşit değil. Bu yüzden bazen kantarın topuzu kaçıyor ve bilhassa sözleşmeye karşı çıkanlar yeryüzünün lanetlisi muamelesi görebiliyor. Siyasal iktidar ve ekseninde oluşan sivil toplum ve medya odakları sözleşmeye karşı çıkanları çok kolay linç edebiliyor. Oysaki sözleşmeyi savunmak ne kadar haksa, ona karşı çıkmak da bir o kadar haktır. Herkesten her yapılan işe kafa sallamasını, onay vermesini istemek kerameti kendinden menkul ve hesap sorulamaz bir güç odağı ortaya çıkarır ki, bu durumda yarınlara özgürlük ve hukuk penceresinden bakmamız imkânsız hale gelir. Umarım aklımız başımıza gelir de bu yanlıştan bir an evvel döneriz.