Hollywood Zihniyeti
Sabri Hoca son günlerde kendi meslektaşlarına yapılan saygısızlıklara çok kızıyordu. Hocalar ki “Peygamberlerin varisleri, onlardan gelen muştuları günümüze ve geleceğe aktaran insanlardı. Hocalara itaat, öğrenci tarafından bir eziklik, bir yenilgi psikloljisi ya da mahcubiyet değil bilakis itaat, öğrenciye şeref ve izzet katar” diyordu.
Sabri Hocayı dinlerken ona hak vermemek elde değil. Ona göre Türkiye düşmanları sadece eli silahlı kişiler değil, eli kalem tutan insanlar hatta kalem tutmuş gibi olanlar da zarar verebiliyordu. Bunlar ülkemize bilerek veya bilmeyerek zarar verdiler. İtaat kavramının içeriğini boşaltmakla insanların anladığı itaat lafzını değeştirerek ülkemize ve insanlarımıza en büyük ihaneti yaptılar.
Sabri Hoca, eğitim ve öğretimin itaatsız olabileceğine inanan, öğrenciyi alıcı, hocayı da verici istasyonu halinde değerlendiren bu guruba karşı ilmi mücadelesini her alanda sürdürüyordu. Öbür yandan da biz gençlere şunları vurgulayarak söylüyordu; “Mesele itaatin insanı hakir ve hor göstermeyip, şerefli ve izzetli kılmasıdır. Tabi zaten bunlara itaatte sıkıntı yok, insanlara itaatte sıkıntı var” derdi.
Hoca ile öğrenci ilişkisini anlatan bir ataösözünde; “Usta kırkını bilir otuz dokuzunu öğretir” der. Sabri Hoca bu sözün de itaat çerçevesinde geçersiz olabileceğini söylüyordu. Eğer çırak ustasına itaatten geri durursa o işi öğrenemez. Ama samimi bir yaklaşım varsa kırkını da öğrenir. Tabi işin ehli ise. Muhsin sıfatını taşıyorsa...
Meseleye Sabri Hoca’nın saygısızlara karşı kızgın olması ile başlamıştı. Evet bir süre önce üniversitede bir hoca öğrencisi tarafından öldürüldü. Bu saygısızlığın da ötesinde bir şey. Cinayet.. Sadece hoca ağzına ağır kelime almadığı için “saygısız” ifadesi geçmişti. Bu saygısızlıkları hele ders verdiği, eğittiği, öğrettiği öğrenciler tarafından yapılıyor olmasına üzülüyordu Sabri Hoca. Kime, nasıl, ne şekilde kızacaktı. Hangi birine haykıracaktı. Eğitim ve öğretimin itaatsizleşmesine mi yoksa itibarsızlaşmasına mı kızacaktı?
Sessiz yığınlar arasında yığılıp kalmak Sabri Hoca’nın kaderi olmamalıydı. Bu gün bir hiç uğruna geçici bir heves uğruna bütün bir ahiret heder ediliyor. Ve hocalar, eğitildiği, öğrettiği öğrenciler tarafından katledilebiliyorsa bunda hepimizin vebali olduğunu düşünüyordu. Sabri Hoca şunu da ıslarla vurguluyordu. “Eğitim”in “terbiye” kelimesinden uzaklaştırılıp Amerikanlaşan zihniyetin ürünü olan “education”lara kurban edildiğini de söylüyordu.
Sabri Hoca, eğitim için bir atasözüne atıfta bulunmuştu; “Ağaç yaşken eğilir.” Eğilmek şöyle dursun odunlaştı bütün ağaçlar derdi kendi kendine. Sadece gözlerde kalan bir yaş var. Nakarat...
Eğri odun, düzgün odun derken Yunus Emre, Taptuk Emre’yi de hatırladı birden Sabri Hoca. Hani onlar da olmasa yaşanılmaz çağın tesbihini kim tutacaktı. Hatıralar, bizden öncekileri, yaşanmışlıkları adeta tesbih taneleri gibi bir ipliğe dizmiyor muydu? Şimdi imamesi kopmuş çağın ötesine kim gidebilirdi? Hatırlayalım tek tek bütün bu olanları, kopuşmuşlukları hatta kokuşmuşlukları...
Sabri Hoca, günümüzde eğitim ve öğretim alanında büyük bir nesil kaybı olduğunu söylüyordu. Eğitim ve öğretim alanında şimdiye kadar yapılan şey, Nasreddin Hoca gibi kaybedilen şeyin yanlış yerde aramamızla ilgili olduğunu düşünüyordu.
Sabri Hoca fıkrayı boşuna anlatır mı?. Dinleyelim: Belki de Nasreddin Hoca’ya haksızlık yapılıyordu. Karanlıkta kaybettiği iğneyi aydınlıkta aradığına dair. Velev ki Nasreddin Hoca karanlıkta kaybettiği iğneyi aydınlıkta arıyor. Peki, biz, dünyayı kurtaracak olanlar, aydınlık yarınların kurucuları iğneyi nerede arıyoruz? Daha doğrusu iğneyi nerede kaybettik onu bilemiyoruz. Bütün aklı tutuşmuşlar adına bomboş kalpler bırakarak arayanlar olarak tesbihin nerde koptuğunu, iğnenin nerde kaybolduğunu söyleyebiliriz. Bunu biz değil Sabri Hoca söylüyor. Dinleyelim şimdilik.
Polat Alemdar ile başladı her şey... Her bölümde leblebi atar gibi kurşunlar atıyordu. Ve lebleri yer gibi adam öldürüyordu. Filmin izlendiği saatlerde sokaklar boşalıyordu. Sokağa çıkma yasağının yaşandığı 12 Eylüllerde bile görülmemişti bu sahneler. İşte o vakitler sokaklar boşalıyor, nefes almadan izleniyordu Polat Alemdar... Sonra başkası, sonra daha başkası... Arada onlarcası var...
Eşkıya Dünyaya Hükümdar olmaz dizisi ile ayyuka çıktı algı dünyamız. O vakitler çocuklarımız bırakırlardı ev ödevlerini. Öğretmen mi ödev mi umurlarında olmazdı. Zaten o zamanlarda başlanmıştı bir yaygara. Koca koca uzmanları çıkarmıştı televizyonlar. Öğrenciye ödev vermeyiniz, Ev ödevi olamaz diye. Aslında bunun arkasında çocuklar rahat rahat televizyon izlesinler, yeni çizgi filimler, yeni yeni bilmem neler. Bir de bizim kahramanlık türkülerimiz vardı. Polat Alemdar, dünyayı kurtaracaktı çünkü. Geldik işte o günlerden bu günlere. Ellerimizi açmış dua bekliyoruz.
İşte o günlerin çocukları şimdi hepsi birer Polat Alemdar kesildi. Bulamadı çevrelerinde kötü adamları. Bula bula hocalarına aslan kesildiler. Eli öpülecek hocaları. Biz değiliz bize yapılanları reva görmek, unutmak istemeyişimizdendir bu sitemimiz.