Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2963.60
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Aralık 2021

Hocam Günay Karaağaç'ın ardından

“Bu dağlar kömürdendir

Geçen gün ömürdendir

Feleğin bir kuşu var

Pençesi demirdendir”

Bir ömrü taçlandırıp gitmek herkese nasip olmuyor. “Daha yapacağı çok iş vardı, daha çok eser verecekti.” gibi cümleler de kâr etmiyor. Vakit dolduğu zaman veda ediyorsunuz. Büyük bir âlimin vedası olduğundadır bu sözler. Türkoloji ilminin yaşayan büyük hocalarından Prof. Dr. Günay Karaağaç da vedasını yapıp, göçünü toplayıp gitti.

“Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” Evet, hocam Günay Karaağaç hakkında böyle bir kelâm etmek kolay değil, vedaların beklenenine hazırlanırsınız da ani olanını kabul etmek de zorlanırsınız. Üç yıldır Ardahan Üniversitesinde görev yapıyordu hocamız. Kendisini 1994’te tanıdım. Türkiye Türkçesi dersimize girdi bir yıl. Sonraki yıllarda da gördüğüm, takip ettiğim olmuştu. Şimdi onun vefatının üzerinden iki gün geçti. Acımız taze, ayrılığımız sonsuz… Ölüm kabul, tamam ama uzun ayrılığa dayanmak zor. Şairin de dediği gibi: “Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı.”

Günay Hoca’mızı nasıl anlatmalı, nereden başlamalı onu anlatmaya? Hareketli, candan, şakacı, çalışkan, derin bilgi ve tecrübesiyle ufuk açan bir hoca idi. Çok yönlü idi. Türkiye gibi dört mevsim yaşayan bir mizaç. O, Türkiye gibiydi işte. Alanında söz sahibi idi. Onun elime aldığım ilk eseri Janos Eckmann’ın Çağatayca El Kitabı’nın çevirisi idi. Hocamızın Macarca biliyor oluşu güzeldi. Biz öğrencileri için övünç vesilesi. Hocamız ile övünmek. Bu bir gelenek tabii ki. Günay Hoca’mız da büyük Türkoloji bilgini Muharrem Ergin’in asistanı imiş. Biz de bu silsile ile kendimizi Muharrem Ergin’in talebeleri görüyoruz. Akademide bu mühim bir gelenek olmuş. Şahsen ben akademisyen değilim ama Günay Hoca’mızın kitaplarına zaman zaman müracaat ettiğim oluyordu. Çağatayca El Kitabı’na çok yakın zamanda Çağatay sahasına ait bir metni okurken sık sık baktım, oldukça faydasını görmüştüm. Hocamızın İstanbul Üniversitesinde başlayan akademik hayatı Ardahan’da sona erdi. Yağız bir delikanlıya da karlı dağların, yüksek yaylaların başında bir veda yakışırdı.

Türkiye Türkçesi dersimizde üç ay içinde Muharrem Ergin’in “Türk Dil Bilgisi” kitabını bitirmişti. Sınavlarda beş kelime sorar, etimolojik tahlil yaptırırdı. Zor sınavlardı, yüksek puan alamazdık ama onun metoduyla dilin doğuşu, değişimi hakkında çok bilgi öğrendik. En zor kelimeleri nasıl tahlil edeceğimizi öğrendik. Cesaretimiz arttı. Derste maç tahlili de yapardık, cümle tahlili de. Yanında öğrencilerini de getirirdi. Mustafa Öner Bey’i o zamanlardan tanıdık, sonra dersimize Mustafa Hoca da girdi. Yanlış hatırlamıyorsam Beşiktaş maçlarını değerlendirirdi. Şaka yapardı. Hocamızın şu sorusunu hiç unutmuyorum: “Dil mi dünyayı değiştirir, dünya mı dili?” Dünya dili değiştirir, derdi. Üreteceksin, ismini sen koyacaksın. Dili ancak böyle koruyabilirsiniz, demişti.

Dersimizde aynı anda Mustafa Bey, Özkan Bey ve Hatice Hanım olurdu. Şimdilerde bu hocalarımız da alanın saygın isimleri. Hepsi de Günay Hoca’nın eseri. Bir hocanın mutluluğu, gururu böyle bir şey olsa gerek. Kürsüyü emanet edebileceği hoca yetiştirmek. Günay Hoca, sadece telif eser vermedi, böyle hocalar da yetiştirdi.

Günay Karaağaç Hoca’mızı onu tanıyan, gören kim varsa sorar hakkında bilgi alırdım. En son Fazıl Gökçek Hoca’mıza Türkçe Şûrası’nda Günay Hoca’mızı sormuştum. Hastalandığını duymuştum. Çalışkanlığını konuşmuştuk. Hocamızın görünürde bir sağlık sorunu yoktu.

Ege, İstanbul, Kıbrıs ve Ardahan. Şimdi doğduğu topraklara dönüyor. Milletine, ülkesine borcunu ödemiş hatta alacaklı bir bilgin olarak dönüyor. Ardahan Üniversitesinin ne kadar şanslı olduğunu düşünürdüm. Ramazan Korkmaz Hoca’nın rektörlüğü ile başlayan yükseliş devam ediyordu. Günay Hoca gibi isimlerin orada hizmet veriyor olması gurur verici idi. Şimdi Ardahan’ın yüce dağlarında ne kadar kar varsa bu erken vedanın acısıyla eriyordur. Günay Hoca’yı son yıllarda sosyal medya üzerinden takip ediyor, paylaştığı uzun yazıları da nükteleri de okuyordum. Hepimiz, orada ne olup bitiyor görüyor gibiydik. Neşesi yerinde idi. Çalışmalarını, eserlerinin yeni baskılarını paylaşıyordu. Bu güzeldi, kutlu bir yolculuktu. Türkçeye ömür vermişti. Türkçe de onu saygın bir bilgin yapmıştı. Moğolca öğrenmiş, Türk dilinin tarihî kökenleri üzerinde kafa yoruyor, etimolojik sözlük hazırlıyordu. Dil felsefesi hakkında değerli görüşleri vardı. Yeni kavramlar öneriyor, Türkçenin grameri hakkında kitap yazıyor, dilimizi her yönüyle tanıma, şiveleriyle karşılaştırma imkânı sunuyordu. Hâsılı Günay Karaağaç, Muharrem Ergin’in açtığı yolda durmadan ilerlemiş, kendi eserlerini vermişti.

8 Aralık Çarşamba günü akşam saatlerinde acı haber duyuldu. Hocamızı, bu illeti yenecek diye bekliyorduk. Virüsün bitkin düşürdüğü bedeni daha fazla dayanamamıştı. Hepimizi yasa boğdu. O cıvıl cıvıl insan şimdi susmuştu. Ardahan’ın yaylaları, dağları, karları, ormanları, çiçekleri, serin serin akan dereleri Günay Hoca’mızı çok sevmişti. Şimdi onun ruhu Ardahan üzerinden yükseldi sonsuzluğa. Naaşı memleketi İzmir’e gidiyor ama ruhu Ardahan’ın en yüksek dağlarında kalacak ve şimdi o çok sevdiği türküyü dinleyecektir:

“Bu dağlar meze dağlar

Çiçeği teze dağlar

Tutaydım yâr elinden

Çıkaydım size dağlar”

Hocam, şimdi o dağlara ruhunuz çıktı, güle güle… Ruhunuz şâd olsun.