Hız çağında Müslümanca yaşamak
Modern yaşam, insanı olduğundan daha fala hızlı yaşamaya zorluyor… Daha çabuk hareket etmeye, dilini tez tutmaya ikna ediyor… Sürekli bir şeylere yetişme telaşı bitmek bilmiyor… Hızlı konuşan, hızlı yiyen, hızlı yürüyen kabul görüyor…
Herkesin acelesi var… Herkes kendince bir koşuşturma içinde çırpınıyor… Hızla gelişen teknoloji de hızlı yaşamı tetikliyor… Sonuca hızlıca varmak istiyoruz… Fakat bu hız masum bir hıza benzemiyor… Hızımız hırs yüklü… Haz yüklü hızlardan kendimizi alamıyoruz… Rekabet dünyasında dur durak bilmiyoruz…
Hayatı bu kadar hızlı yaşayınca da bize hayat dayanmıyor… Hiçbir şey tat vermiyor… Bu yaşam biçimi oldukça yoruyor…
Gerçekten bu tempo bizi yordu… Duygular, düşünceler, bakışlar yorgun… Hızlı erişim ruhsal problemlerimizi çözmüyor… Doyumsuzluk, huzursuzluk bitmiyor… Tükenmişlik sendromu erken nüksediyor… Adeta hızlı yaşamak, erken tükeniş anlamına geliyor… Hiperaktifiz ancak her gün acizliğimizin arttığını görüyoruz…
Bunca stresin arkasında kontrolsüz hız olduğunu söyleyebiliriz…
Tahammül azaldı, sabır tükendi… Ruhsal bozukluklar sanki “hızlı yaşam”ın ödülü oldu…
Ne kadar hızlanırsan o kadar varsın, anlayışındayız…
Tefekküre, düşünceye zaman yok… Şekil şartları bile yeterince yerine getirilmiyor… Yüzeyselliğimiz bundan olsa gerek… Özü kaçırıyoruz… Kendimizi ıskalıyoruz…
Kulluk sorumluluklarımız da bu hızdan nasibini fazlasıyla almış gibi…
En hızlı teravih kıldıran imam arayışındayız…
Umre de bakıyorsunuz herkeste daha fazla ve daha hızlı tavaf yapma yarışı var… Takvasız tavaflar revaçta…
Çok hızlı tesbihat, zikir, evrad çabasındayız… Dakikaya kaç zikir sığdırabiliriz telaşı ile dudaklar kıpırdıyor… Anlam, amaç hatta lafız ıskalanıyor… Zikirmatik habire rakam düşüyor…
Üşenerek durduğumuz namazı acele ile bitirmek istiyoruz…
Hızlı okuma teknikleri arayışındayız ama nedense güzel ve doğru anlama tekniklerine ihtiyaç duymuyoruz?
Gençliğin en yüce ideali test kitapçığını en hızlı ne kadar zamanda cevaplayabilirim? Yarış atları misali… Kronometre ile ilgileniyoruz… Daha bir egoistleşiyoruz…
Hazırlıksız bir hızlılık hazımsızlığa dönüşüyor…
Fast food, Facebook ayaküstü beslenme, ayaküstü bilgilenme bizi doyurmuyor, tam aksine yoruyor…
140 karaktere sıkışmış bir dünyamız var fazlasına tahammülümüz yok… Fiber internet bile bizi kesmiyor…
Bu kadar acele neden? Yoksa ecelimize mi susadık?
“Bu kaçış nereye?”
Önce biraz durmalıyız… Sakinleşmeliyiz… Vahyin diriltici soluğu ile soluklanmalıyız… Kendimize dönmeliyiz… Kendimizi keşfetmeye ihtiyacımız var… Teenni, tefekkür lazım… Ciddi bir muhakeme ve muhasebe sürecine girmeliyiz…
Bu hızlı yaşamın kollarında arkamızda tohumlar bırakamıyoruz, geriye tortular kalıyor…
Hızlı treni hep arzuluyoruz ama hangi istasyonda inmemiz gerektiğini bilinçli olarak tespit edemiyoruz…
Sel suları hızlı akar ama geriye tufan ve hüsran kalır…
Hızlı esen rüzgârın sonrası fırtına ve kasırgadır…
Trafik kazaların çoğu aşırı hızdan kaynakladığı söylenir…
Bilmem ne dersiniz?
Aceleye gerek yok, tembelleşmeden hareketlenmeliyiz…