Hıyaban-ı Veliasr
Benim için şehir nedir? Yolları, ağaçları ve yolların her iki yanından geçen serin suları bir şehrin tanımı için bana yeter... Bir de sevgiliye uzaktan baktığımızda caddeler de uzansın. Geriye döndüğümüzde rüzgarın yaramaz dokunuşları saçlarımızı dağıtsın. Sadece saçlarımız mı rüzgarda uçuşan. Bizimle birlikte ulu çınarların da yaprakları hışırtıları çoğalsın.
Yağmurla yıkanıp rüzgarla kurulanmak ve sonradan yapraklarla vedalaşmak... Ulu çınarların kaderiydi. Bir şehrin hatırasını teneffüs eden herkes bunu bilir. Bir yaşanmışlık, belki basit saydığınız bir anı değerlendirmek adına bulunduğum mekandan şehrin hafızasına doğru nasıl yol alabilirdim. Oysa bulunduğum şehirde bana çok yakın bir Hıyaban'ın olduğunu biliyordum. Tahran'daydım. Hıyaban-ı Velisar civarındaydım.Tarihsel olarak yabancısı olmadığım ama coğrafi olarak kendimi yaban ellerde hissettiğim bir şehirdeydim.
Yunus Emre'nin mealen de olsa "Ben gelmedim dava için, benim derdim sevgi için, dostun evi gönüllerdir. Gönüller yapmaya geldim." şiirini bilirsiniz. Ben kemter kulunuz bu söze iltifat için diyar-ı Acem'e göç eyledim. Yunus Emre Enstitüsünün sevgi diline tercüman olmak da varmış kaderimizde. Üzerimizde Ömer Seyfettin'in anlattığı "Pembe İncili Kaftan" yok. Sadece ulu çınarların giydiği bir tecrid hırkasıyla yola çıkıyorum. Yani Hıyaban-ı Veliasr'a... Bir dostumun çıkalım çağrısına uyarak.
Saatin varlığına bağlanmaksızın, üşümeyi bir kenara bırakarak dışarı çıktım. Daha önce duyduğum hatta arabayla törenlere, şölenlere giderken bir kaç kez gördüğüm Hıyaban-ı Veliasr'ı yakından gördüğüm için mutluydum. Çınar ağaçlarını bu kadar heybetli ve ulu bir şekilde yükseldiğini görmemiştim. Gecenin insanlar üzerine yavaş yavaş çöktüğü şehirde bu caddede yürümek biraz daha yürümek istiyordum. Şehrin arabalarından, dumanlarından çıkan kasvetli havasını bu ağaçlar temizliyor ve bu ağaçları besleyen de oluk oluk akan sular.
Hıyaban-ı Veliasrda yürürken F. Nafiz Çamlıbel'in mısralarını hatırladım.
"Sustu bülbüller hıyaban uykuda/ Esme ey bad esme canan uykuda."
Hıyaban-ı Veliasr'da ılık ılık akan sular sanki yokuşa akıyordu. Sahi yokuş değil de neydi. On yedi kilometre uzunluğunda bir hıyabanmış Veliasr. Buraya cadde diyenlere kızıyorum birden. Hıyabanın göğe doğru uzanan sahipleri tabi ki çınar ağaçları. Ama ben onlar adına kızıyorum.
Şehir bir ağacıyla, bir caddesiyle ya da meydanıyla çelebilir kalbinizi. Her ne kadar burada loş kıyıkhaneleriyle martıların sessizliği varsa da her şehrin başka bir güzelliği var. Tahran'da Veliasr'da bunu gördüm. İstanbul şairi Yahya Kemal, bize "bülbül dinlemeye İstinye'ye (İstanbul) gel demişti. Bu kadar yolculuktan sonra Hıyaban-ı Veliasr'da dinlemeyeceksek bülbülleri neyleyim karanlık suya bırakılan ışıklı kandilleri. Şimdilik bülbüller hamuş Acem diyarında....