Hitler taktiği
Şiddet
bulaşıcıdır. Şiddet gören şiddet uygular. Yahudiler İkinci Dünya Savaşı öncesi
ve esnasında gördüğü şiddetin aynısını, hatta daha da fazlasını Filistinlilere
uyguluyor. Dünkü, bombalanmış Gazze görüntüsü ile Piyanist filmindeki Yahudi
yerleşiminin görüntüsü arasında ne fark var? Belki biraz daha fazlası: Çağın
ruhuna uygun biçimde yenilenmiş savaş teknolojileri eşliğinde çocukları,
kadınları, gençleri, yaşlıları öldürmek değil yalnızca; onların geride
bıraktığı anıları, o anıların geleceğe taşınmasını somutlaştıran caddeleri,
evleri, ağaçları, bahçeleri de yok ederek amacına ulaşmak ve orada, sadece
orada durmak… Bu yok edişin bir boyutu daha var ki onu söylemeden geçmemeli:
Hümanizm ve Aydınlanmadan başlayarak insanlığın ortak değerlerini yeni
sentezlerle buluşturup daha güzel bir dünyada yaşamanın aracına dönüştürme
uğraşı veren Avrupa kültürünün vardığı sefalet noktası. O da İsrail’in gece
gündüz yukarıdan yağdırdığı bombaların arasında enkaza karışıyor ve dünyayı
geçmişte olduğundan çok daha karanlık, çok daha vahşi, çok daha insanlık dışı
bir gelecek beklediğini haber veriyor.
Bütün bunların
arasında, bütün bunlara seyirci olarak istikbalin mahkemesinde sigaya çekilecek
olan vicdanlarımız ağrıyor, acıyor, can çekişiyor. Dünyanın gözü önünde,
kameralar ve canlı yayın eşliğinde, insan bir kez daha insanın “kurduna”
dönüşüyor. İnsanlık bir kez daha insanlar tarafından katlediliyor. Sanki
insanın amacı insan türüne son vermekmiş gibi modernleşmenin ürettiği imkanlar
daha güzel, daha yaşanabilir, daha insanca bir dünya kurmak yerine, daha kötü,
daha yaşamdan arındırılmış, daha hayvanca bir dünyanın hizmetine sunuluyor.
Doğa bilimlerine mühendislik bilimleri de eşlik ederek insan soyunun son
emarelerini de yeryüzünden silmenin mutlak aracına dönüşürken sosyal ve kültür
bilimleri de o yok edişin meşru zeminlerini hazırlıyor, o yok edişe kültürel
bir boyut ekliyor. Bir ülke, bir ulus, bir tarih, bir kitle, bir toplum göz
göre göre çağın en vahşi savaş dinamikleri kullanılarak yok edilirken en
duyarlı çevreler buna yönelik üzüntülerini ifade ediyor, diğerleri ya
sessizlikle veya destek vererek refleks gösteriyor. Şiddet şiddeti besleyerek
bugünden geleceğe barış umutlarını değil savaş korkusunu miras olarak bırakıyor.
Çağın ruhu bir kez daha hak, adalet, eşitlik ve özgürlük söylemlerini
buruşturup yıkılan evlerin enkazları arasına fırlatıp atarken haksızlığın,
hukuksuzluğun, eşitsizlik ve köleliğin söylemlerini sessizce tedavüle sokuyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın utancın kararttığı bir dünyanın tam ortasında
duruyoruz.
Frankfurt
Okulu’nun kurucularından ve Eleştirel Düşüncenin önde gelen teorisyenlerinden
biri olan Theodor W. Adorno, Minima Moralia adlı başyapıtında Hitler
Nazizmi’nin Anti Semitik uygulamalarından bahsederken kendinden geçiyor ve -bir
Yahudi olarak- yargısını şöylece karara bağlıyor: “Kurbanlar, normal insanlara
ne kadar az benzerse, ne kadar esmer, ‘kirli’ ve göçmen tipliyse, uygulanan
zulme duyulan öfke de o kadar azalır.
İzleyiciler kadar suçların da doğasını aydınlatan bir etkendir bu. Belki de
anti-Semitlerde algının toplumsal şematizasyonu, Yahudilerin insan olarak
görülmesine izin vermeyecek türdendir.” Yazar o kadar haklı, tespitler o kadar
yerinde ki! Evet, elbette Naziler Yahudi kıyımı yaparken onların en büyük
destekleyicisi “Yahudilerin aslında insan olmadığına, en azından alt ırka
mensup ve insanlığa zararlı bir tür olduğuna yönelik” içgüdüsel motivasyondu.
Bir Nazi için Yahudi, dünyanın başına bela bir virüs, bir hastalık, bir leke
anlamı taşıyordu ve belki de toplu kıyımlar, gaz odaları, aç-susuz bırakmalar,
yaşlı-çocuk ayrımı yapılmadan yapılan vahşetin gerisindeki bütün uygulamaların
gerisinde bu içgüdü yatmaktaydı. Yazık ki değişen hiçbir şey yok. Hitler’in
Yahudilere uyguladığı soykırım yöntemlerinin aynısı kodlanarak bugün Netahyahu
tarafından Filistinliler üzerinde denenmektedir. O gün bir Nazi için bir Yahudi
neyi ifade ediyorsa bugün bir Avrupalı, bir Amerikalı veya bir Yahudi için bir
Müslüman da aynı şeyi ifade ediyor. Avrupa’nın kan görme iştiyakını, şiddete
olan potansiyel arzusunu İslam dünyasının üzerine boca etme stratejisi olan
İslamofobiya Filistin’de öldürülenleri “zaten insan türünün aşağı varyasyonu”
gibi gösterdiği için bu kıyıma dur diyecek tek bir ses çıkmıyor. Ancak kan
görerek teskin olabilen Batı dünyası bu ihtiyacını Yahudiler eliyle
Müslümanlara uygulanan şiddetten karşıladığı için Avrupa ya sessiz kalmakta
veya Yahudi barbarlığını görmezlikten gelmektedir.
Theodor Adorno,
sonuna kadar haklıdır: İnsana karşı işlenen her türden cinayetin gerisinde
öldürülenlerin aslında insan olmadığı, daha aşağıda, daha altlarda bir yerdeki
türlere ait olduğu biçimindeki sapık anlayıştır. Değilse bir hayvanı avlamak
ile bir insanı öldürmek arasındaki çizgiyi nasıl silikleştireceksiniz? Dün
Irak’ta çocukların üzerine bomba yağdıran pilotların rahatlığını, aşağıdakiler
ölürken yukarıdakilerin kahkahalarını, bugün Filistinli çocukların üzerine
bomba yağdıran Yahudi pilotların sevap işliyormuşçasına kendinden emin
tavırlarını başka nasıl açıklayabiliriz ki? Daha geçen yıl, Rusya’nın
Ukrayna’yı işgal girişiminde sarışın, renkli gözlü bir spiker, “ama bu
öldürülenler esmer, siyah gözlü, kara saçlı Ortadoğu ırkı değil ki, Rusya bizim
gibi sarışın, renkli gözlü, bizden olan, insan olan insanları öldürüyor ve biz
buna dur demeliyiz” demedi mi? Adorno’nun meseleye yönelik tespitinin
sağlamasını yapmadı mı?
Bize gelince, kendini
savunamayanları savunamamanın utancıyla sokaklara çıkıyor, “kahrolsun İsrail”
deyip evlerimize dönüyor, görevini yapmanın konforuyla akşam kahvelerimizi
yudumluyoruz. Mahallemizdeki çocuklar yetişkin, iri yarı kabadayılar tarafından
dövülüyor, kadınlara laf atılıyor ve biz kenardan seyrediyor, gözyaşımızı
içimize akıtıyoruz. Büyüklerimiz bu kötü
insanlara, onursuzluğu bir deri altı kımıltısı olarak geriden geriye hisseden
ama bunu deri üstü acı bir tebessümle savuşturan mimikler eşliğinde “etme
eyleme, dokunma bu çaresiz insanlara” demenin bir adım ötesine geçemiyor.
“İsrail insanlık suçu işliyor”muş! Hadi ya, öyle miymiş?..