Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Haziran 2024

​Hissizlik hastalığı

Bugünün dünyasını bekleyen en büyük felaket hissizliktir. Duygularını yitirmiş bir toplumun aklı rehber olmaktan çıkar. Kalbi kararan bir toplumun zihni ışıldamaz. Duyarlılığını yitirmiş bir insanlıktan daha korkutucu ne olabilir? Kötülüğün pençesine düştüğü halde bunu fark etmeyen, kötülüğün şahdamarından yakaladığı, bütün hücrelerine nüfuz ettiği bir insanlıktan ne beklenebilir? Üstelik kendi tanımını yaptırmama konusunda ustalaşmış bir kötülükten, ele avuca sığmayan, akışkan ve her an herkesi etkisi altına alacak bir kötülükten bahsediyorum. Kötülük orada, öylece bekleyen sıradan, siyah bir bulut değil, burada, içimizde kendini ışıl ışıl gösteren bir parıltı olarak duruyor. Kendini beyaz bulut gibi gösteren, bazen maviye, bazen griye çalan, rastladığı herkese ve her şeye kendi rengini verdiği halde sanki hiç yokmuş, o beldeye, o vücuda, o topluma hiç uğramamış gibi duran hastalıklı bir haldir kötülük.

Hastalıkların en sinsisi kendini göstermeden ilerleyen, vücudun tamamını ele geçirene kadar ağrıyı hissettirmeyendir. Bugün, sayısız kötülük karşısında hissiz duran bütün kalpler hastadır. Kötülük karşısında susmayı yeğleyen, onu gördüğü halde görmemiş gibi yapan, duyarlılığını yitirmiş bütün kalpler hastadır. Kötülüğün hışmına uğradığı halde bunun farkında olmayan herkes hastadır. Dünya sinsi bir kanserin pençesinde, her gün biraz daha eriyor, küçülüyor, mahiyetini yitirerek yaşamın olmadığı öteki gezegenlere benziyor. Duyarsızlık ile ölüm birbirine o kadar yakın, birbirinin o kadar içinde, birbirine o kadar muhtaç ki! Dünyanın, insanın ve insanlığın yok oluşu, öncesinde olduğu gibi öyle travmatik bir kazayla olmayacak, rastladığı toprağa gölgesini veren bulut gibi her beldeye, her bedene, her ruha, her kalbe gölgesini vererek onu sessizce yok etmesiyle gerçekleşecek. Kötülük dünyaya çarparak onu yok etmeyecek, kalbi zift rengine bulayarak içeriden dışarıya yönelen bir duygu olarak onu ortadan kaldıracak. Kalp katılığının ötesinde bir durumdan bahsediyorum, kalbin erimesinden, buharlaşmasından, olduğu halde yok gibi görünmesinden…

Evvelsi gün, haber kanallarını dolaşırken dudak uçuklatıcı kertede sıradışı olduğu halde artık sıradan görünen bir habere rastladım: Spiker bilmem kaçıncı sıraya konmuş haberi sunarken öylesine, alelade bir bilgiyi seyirciye ulaştırma psikolojisiyle, en ufak bir irkilmeye fırsat tanımadan, standart habercilik diliyle aktardı haberi: “Filistin’de bugün açlıktan dört çocuk daha öldü.” Dünyanın en organize terör devleti İsrail’in, dünyanın en masum halkına yönelik katliamı zaten sıradan bir habere dönüşmüştü. Eşek kadar adamların eşek yükü ağırlığındaki silahlarla derisi açlıktan incelmiş çocuk bedenlerine gönderdiği kurşunların rastlayacak et bulamadığı için kemiği parçalayarak yol aldığına zaten tanık olmuştuk. Bir ulusun dünyanın gelmiş geçmiş en geniş toplama kampında her gün ölüme bir adım daha yaklaştırıldığını ve yine, bunun da sıradan bir olay, hatta haber değeri bile taşımayan bir hadise olduğunu zaten biliyorduk. Ama biz açlık deyince Batılı müstemlekeciler tarafından mülkleri talan edilen Afrikalıları hatırlıyorduk. Ölümlerden ölüm beğendirilen, ölüm türevleri istatiktilerine geçen Filistinlilerin, hele onların çocuklarının açlıktan öleceği, burunlarının dibinde saray sofraları kuran krallar varken, hiç aklımıza gelmezdi. Öyle ya her karış toprağından petrol fışkıran, petrolü sefahatle takas eden, her sözünde öteki dünyaya vurgu yaparak öteki dünyayı unutturan, bu dünyada cenneti yaşama andı içmiş oncak Ortadoğulu yöneticilerin burunlarının dibinde çocuklar neden açlıktan ölsün ki? Hadi onlar açlıktan ölüyor, bu niçin sıradan bir habere dönüşsün ki? Sıradan bir habere dönüştükten sonra insanlar, dünyanın dörtbir tarafında varlıkları erdemle ilişkilendirilmiş o geniş kalabalıklar neden dikkat kesilsin ki? Haber kanallarında bırakın birinci sırayı işgal etmeyi, sonlara, magazin kısımlarına yakın bir yer kapan böylesi bir olay, neden insana dokunsun, derisinden yol bulup kalbine ulaşsın, zaten çoktandır ölmüş olan o kalbi kendine getirsin ki? Kalp hissizliği, zihin duyarsızlığından daha az korkunç değil!

Tarih bize hep aynı nakaratı tekrar eder: Her ifrat bir tefriti doğurur, ağlamayı unutanlar kahkahalarında boğulur. Açlık da tokluk da öldürür. Sivrisinekler de filler de bir gün mutlaka ölür. Kalbi alındığında insandan geriye ne kalan nedir? Hissetmeyi bıraktığında kalp sadece vücuda kan pompalar ve hissetme yeteneği yoksa bir insanın çöpten ne farkı vardır? Çıkar sarmaşığı iyilik ağacının her tarafını işgal ettiğinde artık insanlık dalından yeni filizler beklemeyin. Dünyayı kötüler yönettiğinde ve kötülük devridaimi başladığında artık insanlıktan geriye sadece kuru otlar kalır. Abluka altındaki Filistin’de çocuklar açlıktan, ekmeksizlikten ölür, yanıbaşındaki memleketlerde akşama yapılacak yemeğin kaygısı güdülürken hangi insanlıktan bahsedeceğiz? Sarayların çeşnibaşıları yemek listesi çizelgesine o günün mönüsünü yazar, akşamına sofradan sayısız nimet çöpe giderken hangi insanlıktan dem vuracağız? Çocukların kanı bir ejder meyvesi kadar değer taşımıyorsa kim, kimin gözlerinin içine insan olarak bakmaya devam edebilir? Kalbi sadece kan pompalamaya yarayan, pompalanan kanın ulaştığı hiçbir dokunun asli görevini yerine getirmediği bir İslam ve insanlık dünyasının geleceğe vaat edeceği hangi değeri kalmıştır? Filistin öldükten sonra, -seyirci kalmak kadar fail olmak kadar suç olduğuna göre- dünyanın hangi özgürlük marşı insanı insanca yaşadığına inandırabilir? Eylem yoksa, sadece ölümden bahsedilebilir. Hissizlik öldürür.