Hissetmediğin yangını söndüremezsin
Her canlı gibi insan da fani... Dünyaya gelip az bir konaklamadan sonra gidiyorsun. Bazılarımız o kadar şanslı da olmuyor. Kimi bir anlık başını uzatıp bakıp geçip gidiyor. Kalanlardan çoğunun da maalesef başını sokacak sıcak bir yuvası ve bir ailesi bile olmuyor.
Bir akşam TV’ler,
tarihi bir evin yangın haberini veriyor. Habere göre yangını madde
bağımlısı kimsesiz çocuklar çıkarmıştı. O an aklımdan şöyle bir cümle geçti. Bir
ailen yoksa sevgisizlik ve kimsesizlik her kötülüğü yaptırabilir. Bugün
dünyayı yakan asıl yangın bu cümledir.
Tek sığınağımız Allah.
Gençliği O’na yönlendirebilir ve o yolda tahkim edebilirsek kaybedilen her şeyi
yeniden inşa edilebiliriz. Bunu bilen popüler kültür inançlarda ve
insanlıkta büyük yangınlar çıkarıyor. Sahip olduklarınla ben güvendeyim deme.
Zulme karşı koymazsan güvende değilsin. Günden güne her şey tersyüz oluyor!
Evet, dünya her geçen
gün çekilmezliğe ve bir yaşanmazlığa doğru hızla ilerliyor. Nerdeyse her haneye
uyuşturucu ve şiddet girmiş durumda. Sokaklarda gözü dönmüş veya kendinden
geçmiş gencecik insan manzaralarından geçilmiyor. Dünyanın her köşesinde bu tür
manzaralar var. Daha yaşlarının baharında gencecik insanlar ölüyor! Ocağına
ateş düşen aileler üflenen bir mum gibi sönüyor! Sönen aileler için maalesef şu cümleyi
kuralım: Hayatta hiçbir şeyin tadı tuzu
yok. Yorulduk artık bu ağırlığı taşımaktan…
Malın mülkün, mevki ve
makamın, şan ve şöhretin özetle her şeyin bir sonu var. Dünya yalan... Çocuğun,
can paren zehirlendikten ve elinden kayıp gittikten sonra dünyalar senin olsa
neye yarar ki! Hiçbir şey benimdir deme çünkü hiçbir şey senin değil…
Şu hikâyeyi
bilirsiniz…
Nur yüzlü bir ihtiyar,
Belh ülkesinin şanlı hükümdarı İbrahim bin Ethem'in muhteşem sarayı önünde
durdu. Kapıdaki nöbetçiler, yanına yaklaştılar, "Ne arıyorsun ihtiyar?" diye sordular.
- Ben yolcuyum. Bu gece konaklayacak bir kervansaray arıyorum.
-Yanlış gelmişsin
baba. Burası kervansaray değil, hükümdarımızın sarayıdır.
Nur yüzlü ihtiyar
ısrar etti:
- Burada gecelemek istiyorum, Tanrı misafiriyim.
Nöbetçiler ne
dedilerse onu ikna edemediler. Sonunda hükümdara durumu bildirdiler. İbrahim
bin Ethem, "Gelsin bakalım
tanıyalım şu ihtiyarı" dedi ve içeriye buyur etti. Ona sordu:
- Burası benim sarayım. Sen nasıl hükümdar sarayını kervansaray
diye küçümseyebilirsin?
- Nöbetçilerin
anlamadılar, sen de anlamıyorsun.
Burası kervansaraydır,
istersen sana ispatlayayım.
- İspatlarsan seni burada misafir ederim. Yoksa cezaya
çarptırırım. İhtiyar
sorularını sormaya başladı:
- Kaç zamandır burada oturuyorsun?
- 3 yıldır.
- Senden önce kim oturuyordu?
- Babam; 10 yıl
oturduktan sonra vefat etti.
- Peki, ondan önce kim, ne kadar oturdu?
- Dedem, o da 2 yıl
hükümdarlık yaptıktan sonra öldü.
- Senden sonra kim oturacak?
- Herhalde oğlum
oturur.
Bu cevaplardan sonra
ihtiyar güldü ve sözlerini şöyle sürdürdü:
- Sana burasının kervansaray olduğunu söylemiştim. Deden geldi
kondu geçti, baban geldi bir müddet kaldı gitti. Sen geldin, sen de gideceksin,
yerine oğlun geçecek.
Bu gelip gitmeler devam edecek. Kervansaraylar da yolcuların gelip gittikleri
yerler değil mi?
Yunus
Emre’nin dediği gibi: “Mal da yalan mülk de yalan. Al biraz da sen oyalan.”