HIRVATİSTAN'DAN SLOVAKYA'YA MACARİSTAN NOTLARI
Doç. Dr. Ali Akben
Nazlı Budin ismine birçoğumuz aşinayız. Dedelerimizin 150 yıldan fazla sürede bu topraklara hakim olduğunu ve hala oralarda kalan hatıraların olduğunu düşünürsek Osmanlı'nın Nazlı Budin'i merak edilmesi gereken tarihi bir belde. Biz de bu Seferi Humayun'da bu toprakları gezdik gördük ve sizler için kalan anılarımızı kaleme alıyoruz.
Uçmadık yer kalmayacak sloganını kendine şiar edinen THY ile Hırvatistan'ın başşehri Zagrep ile programımız başlıyor. Zagrep Osmanlı dedelerimizin fethine mazhar olmamış. Ancak Balkanlardaki Osmanlı hoş görüsünden nasiplenmiş ve hala bunun etkisini hissetmek mümkün. Bunu havaalanında pasaport kontrolünde iken dahi yapabiliyoruz.Osmanlı dedelerimizin Zagrep yakınlarına kadar geldikleri ve ilayı kelimetullah aşkı ile buraları İslamlaştırdıklarını biliyoruz. Bugün ülkede yaşayan Müslümanlar da bu dönemin eseri.
Zagrep, Medvednik Dağı'nın eteklerinde ve Sava Nehri'nin kenarında kurulmuş. Şehir iki farklı bölgeden müteşekkil. Şehrin ana meydanı Yelaçiç. Turistlerin yolu gezinin başında ya da sonunda bu meydana düşüyor. Şehrin tarihi bölgesi (old city) renkli pazar yeri ve zarif binalarıyla ünlü. Zagrep'in diğer tarihi bölgesi ise şık meydanları, geniş caddeleri ve zevkli bahçeleriyle adeta süslenmiş. Genel olarak yukarı ve aşağı Zagrep olarak şehir adeta ikiye bölünmüş. Şehir turumuzdan başşehrin derli toplu düzenli olduğu hemen anlaşılıyor. Şehir oldukça temiz olmasına rağmen cadde ve sokaklarda duvarlar farklı renklerde yağlı boya sloganlarla adeta kirletilmiş. Gençler tarafından yazılan bu sloganları rehberimiz spor kulüplerinin reklamı olduğunu söylüyor. Bütün yollar Roma'ya çıkar dendiği gibi Zagrep'de de bütün yollar şehrin ana meydanına çıkıyor. Kısa şehir turumuzda bu durumu hemen fark ettik.
Şehir turumuz ana meydanda askerlerin nöbet değişme seramonisindeki ilginç görsellikle devam etti.Şehirde alışık olmadığımız bir sakinlik dikkatimizden kaçmadı. Merakımızı tur rehberimiz giderdi. Meğer resmi tatil gününde gitmişiz.
Zagrep şehir turumuzu tamamladıktan sonra Macaristan'a doğru yol alıyoruz. Hun imparatoru Atilla bu topraklarda Macaristan'ı kuruyor. Katolik dinine mensup olan ırkdaşlarımızla 13 yy da savaşmaya başlıyoruz. Kanuni tarafından 1526'da fethedilen bu topraklarda 156 yıl gibi bir süre dedelerimizin idaresinde kalmış. Çok sayıda cami, han hamam, imaret, tekke ve zayiyeden kalan son kalıntıları bu gezimizde sizlerle paylaşacağız inşallah. Sınırı geçmemiz fazla zaman almıyor. Avrupa birliğine katılmışlığın özgüvenini hissetmek mümkün. Dedelerimizden kalan son kalıntılara şahitlik yapmak için heyecanlanıyoruz. Dağ tepe düz ova dedelerimizin at sırtında yaya olarak kat ettikleri yollardan geçerek Zigetvar'a geliyoruz.
ZİGETVAR'DA
Zigetvar, Trabzon ve memleketim Kahramanmaraş ile kardeş şehir. Kanuni Trabzon'da doğmuş ve kardeş şehir Zigetvar'da vefat etmiştir. Bu hukuk kardeşliğin bir anlamda temelini oluşturmuş. Zigetvar kalesi etrafı bataklık ve kale denen yerde hafızalarda kalan kale olgusu gibi değil. Bataklıktan 5-10 metre yükseklikte düz bir alan kale olarak etrafı surlarla çevrilerek korunma amacı ile kullanılmış. Bölge kaplıcaları ile de meşhur. Zigetvar çevresinde göller ve bataklıklar ve Almas Nehri'nin suladığı ova üzerinde Zigetvar Kalesi. Muhteşem Süleyman'ın fethini göremediği kale içini gezeceğiz.
Zigetvar kuşatması bir ay sürüyor ve kale içindeki insanlar yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayınca son saldırılarında yeniçeriler tarafından etkisiz hale getirilerek kale fethediliyor. Bu olaya atfen kale içerisinde at üzerinde cılız bir insan heykeli ile o günkü kuşatmada yaşanılan açlığa vurgu yapılmış. At üzerindeki kale komutanı bilinçli olarak cılız olarak resmedilmiş. Komutanın ismi Nikolas Zrinıy. Yerel rehber kale komutanının kahramanca direnişinden ve savaş kahramanlıklarından bahsetti. Kale içerisindeki savaş kalıntısı toplar ve köprüler orijinal ve yaşları 300-400 olan devasa çınarlar buralara dedelerimizin sanki hediyesi gibi. Kale içerisinde Roma ve Kelt döneminden kalma eserler olduğunu rehberimiz söyleyince kalenin önemini daha iyi kavrıyoruz.
Kale içerisinde Kanuni adına yaptırılan camide öğle ezanını okuyor ve namazlarımızı eda ediyoruz. Caminin devletimiz tarafından yeniden aslına uygun olarak inşa edileceğini öğreniyoruz. Projesi bitmiş ve TİKA'nın katkıları ile yeniden aslına döndürülmeye çalışılıyor. Bu bilgide bizi sevindirmeye yetti. Osmanlı stili mimari kale içerisinde kalan kalıntılarda hala mevcut. Cami, mihrap, pencere ve sütun yapılarında Osmanlı ruhunu taşıyorum dese de, minberi yok edilmiş, kubbesi düzleştirilmiş ve pencerelerinin yapısı ile de oynanarak cami havası yok edilmeye çalışılmış. Caminin ilginç yönlerini rehberimiz anlattıkça heyecanlanmamak mümkün değil. Sultan Süleyman'ın vefat günü olan 6-7 Eylülde caminin tavan penceresinden güneş direkt içeri vuruyor. Evliya Çelebi caminin kuşatma bitiminde inşaatının başladığını ve 110 adet merdivenle minaresine çıkıldığını ve ahşap minaresinin yıldırım çarpması ile yandığını ve yılda bir kez de direkt güneşin içeriye bir süre ışık verdiğini kitabına almış. Cami yanındaki Sultan Süleyman müzesinde Osmanlı yeniçeri ve askerlerinden kalma top mermileri gülleler zırh kılıç gibi savaş malzemeleri ve Osmanlı zulmünü (!) gravürlerle anlatan saçma sapan resimler savaş sahneleri ve savaş malzemeleri ile ziyaretçilere açık.
Sultan Süleyman Camii ve müzesinde incelemelerimizi tamamladıktan sonra kale içerisinde bugün kilise olarak kullanılan ikinci bir cami ziyaretinde daha bulunuyoruz. Ali Paşa Camii. Cami kale içinde kale meydanında adeta bir taç gibi duruyor. Dışardan cami ama içerisi maalesef kilise. Mihrap yeri kubbesi ile cami özelliği de devam ediyor. Bugün ise katoliklerin önem verdiği bir kilise olarak ibadete açık.
Kale içi gezimizi tamamladıktan sonra doğruca Türbeki Köyü'ne doğru yol alıyor ve Macar-Türk dostluk parkı olarak her iki ülke idaresinin ortaklaşa yaptırdığı yere vasıl oluyoruz.Park bakımlı ve her iki ülke bayrakları dalgalanıyor. Park 1994 yılında inşa edilmiş. Parkın girişinde Kanuni dedemiz ve Miklos Zrinyin'in heykelleri ihtişamla sizi karşılıyor. Bölgede çok sayıda fındık bahçesi var. Parktaki fındık ağaçlarından rızkımız olan taze fındıkları yiyerek Türbeki'ye doğru yaya olarak ilerliyoruz.
Kanuni dedemizin 13 üncü aynı zamanda son seferi olan Zigetvar seferinde vefat etmesi nedeni ile iç organları burada metfun. Türbe kitabesindeki Arapça yazı hat hala duruyor.
Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının gömüldüğü mekan. Macarlar kilise inşa etmişler.
Türbenin 4. Mehmet döneminde yapıldığı yazılı. Aynı yerde yapılmış şapel ise kapalı. Muhteşem Süleyman'ın son seferi birçok açıdan tarihçiler tarafında değerlendirilmiş ve farklı yorumlarla günümüze kadar taşınmıştır. Sokullu Mehmet Paşa gibi bir sadrazamın cesur ve kararlı tutumu ile ordu hiçbir şeyin farkına varmadan zafer geçekleşmiştir. Muhteşem Süleyman'ın naşı İstanbul'a taşınırken bile kimsenin vefattan haberi olmuyor.
PEÇ'TE
Zigetvar'dan duygu dolu anılar yaşıyoruz ve bu fetihlerin neden yapıldığını yol boyu daha iyi anlıyoruz. Rotamız ecdadın önemli bir merkezi olan Peç. Peç de bir Osmanlı şehri. Zigetvar seferi Humayun'un son durağı burası. Osmanlı ordusunun Zigetvar öncesi son yerleşme ve dinlenme yeri burası. Peç 2010 yılında İstanbul ve Essen ile birlikte Avrupa kültür başkenti seçilen üç şehirden biri. Sakin bir şehir ve nüfus fazla kalabalık değil.
16 ve 17 yy da ise Osmanlı beldesi. Osmanlının meşhur tarihçilerinden biri olan Peçevi burada doğmuş. Tarih kitapları bir zamanlar bu küçük şehirde 17 cami 10 kadar mescit olduğunu yazıyor. Şehrin ekseriyetinin Müslümanlarda olduğu ancak Yahudi ve Hristiyanların da mahalleleri olduğunu öğreniyoruz. Cami, medrese, tekke, hamam ve imaretlerden kalan son kalıntıları görmek bize nasip oldu. Şehrin ana meydanında tadilatta olan Gazi Kasım Paşa Camii tepesinde hilal hala duruyor. Günümüzde eskiye göre büyütülmüş ve caminin yanına kilise ilave edilmiş. Caminin önünde koca bir heykel ve cami bu çirkin Hünyadi Yanoş'un heykeli ile kapatılmış.
Peçte ikinci durağımız Yakovalı Hasan Paşa Cami'si apartmanlar arasında sıkıştırılmış ancak aranırsa bulunacak şekilde.Etrafta kalan mezar kalıntılarına Fatihalar göndererek oradan da ayrılıyoruz. Çünkü cami müze olarak kullanılıyor ve açık değil.
MOHAÇ'TA
Peç yaz sıcağında yoğun yağmur altında ve bizleri üşütecek kadarda soğuk. Bu şartlar altında da olsa şemsiyelerle şehri bir baştan bir başa gecesi ile gündüzü ile dolaşıyor ve Mohaç'a doğru uzanıyoruz. Yol uzun vakit kısa. Mohaç bize çok şey hatırlatır. Tarihin en kısa savaşını Osmanlının dahi sadrazamı İbrahim paşayı Behram paşayı ve Osmanlı savaş dehasını Mohaç denince hatırlarız.
Mohaç Meydan Muharebesi; Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa da yerleşmesinde önemli bir zafer. Macaristan topraklarının büyük bir bölümü bu zaferle birlikte Osmanlı toprağı oluyor ve Viyana önlerine bu zafer sayesinde gidiliyor. Tarihin en kısa savaşlarından biri 29ağustos1526 da bu meydanda yapılıyor. İki saat sürüyor ve savaşı kaybeden Macar Ordusu kralları Lajos ile birlikte Karasu bataklığına gömülüyor. Mohaç bizim için çok önemli. Mohaç 1 ve 2. Viyana kuşatmalarının da önünü açan bir fetih. Çok kısa sürmesinin sebebi ortak akıl ile hesaplı kitaplı olunması ve savaş stratejisini çok iyi kurgulaması. Mohaç Meydan Savaşı'nın yapıldığı yer bugün açık hava müzesi. Müzenin girişindeki makette savaşan tarafların savaş stratejileri oklarla belirtilmiş. Müzedeki sinevizyon gösterisinde de maalesef tarihi gerçekler saptırılmış bir şekilde; savaşan taraflar asker sayıları ve savaşın oluş şekli, sebebi sonuçları Türkçe olarak izleniyor.
Mohaç bizim tarihimizde ne kadar önemli ise Macar, Hıristiyan ve Katolik tarihinde de o kadar önemli. Osmanlı akınları 13.yy da balkanlara ve Avrupa'ya başladığından itibaren Macarlar Katolik dünyanın öncüsü rolü ile hep Osmanlı ile savaşmış. Belgrad, Petevaradin, Budin ve Estergon tarihimizde kahramanlık türküleri ile fethedilen adlarına marşlar dizdiğimiz bizim olan yerleri bugün başkalaşmış olarak görmek de ayrı bir hüzün.
Her şey Tuna Nehri'ne hakim olup güzel İstanbul'umuzu korumak için. Osmanlı Mekke'yi korumanın şartını Yemen ellerine İstanbul'u korumanın şartını ise Tuna Nehri'nden başlatıyor. Osmanlı algısı bu kadar derya deniz geniş mi geniş.
Peygamberimizin evrensel bir hadis-şerifine uyularak bu topraklar fethedilmiş. Efendimiz savaş gücünün düşmanın savaş gücünden üstün olması düsturuna uymamızı emrediyor. Osmanlının savaş başarılarının altında bu düstura riayette var. Nitekim tarihçiler Mohaç Meydan Savaşı'nda bunun rolünden fazlaca bahsederler.
Mohaç açık hava müzesini yoğun yağmur altında gezdik ve yorgunluğumuzu Türk Kahvesi yudumlayarak giderdikten sonra, düz ovada mısır, fındık, ceviz, pamuk, elma ve ayçiçeği tarlalarından geçerek Budin'e geldik.
Budin'e nazlı Budin derlermiş. Gördükten sonra nazının esrarını anlamak zor olmadı. Tuna Nehri'ni bağrına almış nazlayarak akıttığından olsa gerek. Tuna bir başka güzel akıyor. Derya, deniz gibi yayılmış şehri bir baştan bir başa ortadan ikiye bölmüş. Nehrin her iki tarafı birbirinden güzel. Budin hala bir açık hava müzesi. Üzerinden geçen acımasız ikinci dünya savaşı ve komünizm silindirine rağmen bu özelliğini koruyor. Aynen Prag. Prag da beni çok büyülemişti. Müze kent ismine ben de itiraz etmemiştim. Keşke bizde de böyle kentler kalsaydı. İstanbul sur içi bari kalsaydı da bizde bu özentilerle yaşamasaydık diyorum.
Bizim Bu dinimizin günümüzdeki adı Budapeşte. Buda eski şehir Peşte ise yeni şehir ama her ikisi de birbirini kıskandıracak eserlerle taçlandırılmış. Dedelerimizin fethettiği Buda tarafının tarihi roma çağına kadar eski. Tuna nehrini yok varsayarsanız Budapeşte bazı Avrupa şehirleri gibi sizi sıkabilir. Tuna şehre can katmış adeta. İçinden tuna nehrinin geçtiği diğer beldelere göre de tuna buraya ayrı bir güzellik katmış sanki. Şehrin hangi tepesine çıkıp karşıya doğru bakarsanız bakın farklı bir güzellik hemen fark ediliyor. Gürz İlyas tepesinden kale başka bir güzel görünürken, gül baba türbesinden yeni parlamento binası hele akşam güneşi ile bir başka güzel görünüyor. Buda tarafında tepede özgürlük anıtı şehrin her yerinden görülüyor. Akşam aydınlatma da ise farklı görünüyor. Peşte tarafında sarı rengi ile dikkati çeken görkemli binanın şehrin Pazar yeri olduğunu öğreniyoruz. Peşte tarafında komünizm döneminden kalma geniş caddelerde ünlü markaların alışveriş mekanı olmuş. Tren istasyonu ve kahramanlar meydanı meydandaki heykellerin her birinin farklı anlamından bahsediyor rehberimiz.
Şehrin farklı yerlerinden gece başka gündüz başka görünen Elizabet Köprüsü gibi Tuna Nehri üzerinde 10 köprünün daha olduğunu öğreniyoruz. Şehir tuna boyunca büyüdükçe köprü sayısı da o kadar çoğalıyormuş. İki köprüden geçen raylı sistem ile iki şehir birbirine bağlanmış.
Bizim 3. Köprüye itiraz eden dostlarımız bu ortak akla ne derler bilemem ama Budapeşte'de ulaşımı kolaylaştıran köprüler olmasa şehri bu kadar kolay gezmek ve tanımak zor olsa gerek.80 den fazla olduğunu bildiğimiz Osmanlı eserinden kalıntı olarak kala kala bir gül baba kalmış desem yanlış olmaz. Gül babanın türbesinin bulunduğu alan1877'de Osmanlı mülkü olarak tescil edilmiş. Yoksa burasıda diğer eserler gibi yok edilirdi. Diğer eserlerden şanslı olanı kilise ya da müze yapılmış şanssız olanların ise yerinde yeller esiyor.
Buda kısmında kale içinde gül baba türbesini ziyaret ediyoruz. Türbe sadece Türkler tarafından değil Macarlar tarafından da ziyaret edilen ve hala etrafa saçtığı gül kokusu ile ben buraların banisiyim der gibi bizi biraz olsun umutlandırıyor. Kalenin içindeki fetih camii kilise olarak kullanılıyor. Kale eteklerinde Osanlı'nın son Budin Müdafii Abdurrahman Abdi Paşamızın mezarı var. Mezarı başında dua ederken Türkçe yazılı kitabe dikkatimizi çekiyor. Kitabede Avni paşanın 1866 yılında vuruşarak burada şehit edildiğinden bahsediliyor. Kitabeye kahraman düşman rahat uyu diye yazılmış. Gül babadan aşağı doğru inerken Toygun paşa caminin yerindeki kiliseyi ve Sokullu Mehmet paşanın yaptırdığı hamam ki bugün kral hamamı olarak faaliyette ziyaret ederek Peşte'ye doğru gidiyoruz.
Tuna boyunca gemi gezimizde sağlı sollu şehri açık hava müzesine dönüştüren binaları tanıyoruz.Parlemento binası ve çok sayıda tarihi kilise özgürlük anıtı kale ve kraliyet sarayları ilk göze çarpanlar. Keşke demek fayda vermez ama keşke dedelerimizin bıraktığı eserler hanlar hamamlar ve camilerde yok edilmese diyor insan.
Tuna gezisi sırasında tanıtım yapan rehberin Türklerle ilgili verdiği yanlış bilgileri yetkililere duyurma görevini orada yaptık buradan da tekrarlıyoruz. Osmanlıyı işgalci yıkan yakan gibi takdim etmeleri ekip dostlarımızın tepkisine sebep oluyor. Geçtiğimiz yıllarda Macar cumhurbaşkanının itirafnamesi hemen aklımıza geliyor.Özet olarak ne dediğine gelince: Osmanlının 156 yıllık idaresinin Macar halkı için bir şans olduğunu söylemiş ve devam etmişti. Ülkemiz Osmanlılar değil de başka bir millet tarafından idare edilse idi, dilimizi ve dinimizi değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık. 150 yıl boyunca Macaristan'ı Osmanlı asimile etmeden adaletle idare etti diyerek ülkemiz yöneticilerine teşekkür etmişti. Gerçekleri haykırmak bugün oldukça zor. Bu gerçeği tüm samimiyeti ile açıkladığı için kendisine teşekkür ediyoruz. Buda ve peşte iki ayrı şehir sanki. Buda eski nispeten dağlık tepelik. Peşte ise düz ova ve yeni şehir. Buda ismi de Hun imparatoru Atilla'nın kardeşinin adı. Yaşamın ve nüfusun büyük çoğunluğu Peşte tarafında.
Üçüncü gün program yoğun. Yetiştirmek için sabahın erken saatinde yola revan oluyoruz. Estergon yolunda dünyanın beklide ilk Katolik üniversitesinin devasa bunların resimleyerek yolumuza devam ediyoruz. Estergon ciğerlerden Vişegrad Sentedre. Estergon bugün Macaristan'ın dini merkezi. Macar krallarının taç giyme törenlerinin yapıldığı kale içindeki büyük katedral ve Slovakya sınırlarında kalan Ciğerdelen kalesi görülecek. Avrupa birliği ülkesi olmanın rahatlığı ile Estergon'u Slovakya'ya bağlayan uzun köprüden geçerek ülke değiştiriyoruz. Ciğerdelen kalesinden Estergon Kalesi bir başka ve bütün olarak görülebiliyor. Fotoğraflarımızı çektikten sonra Estergon kalesine Estergon marşı ile vasıl oluyoruz.
Kale girişi bizi bekleyen sürprizi açıklamadan geçemeyeceğim. Uyanık Macar mızıkacıları flüt eşliğinde Üsküdar'a gider iken şarkısı ve Estergon Marşı ile bizi karşılıyor ve bahşişi hak ettiğinden ekibimiz tarafından maddi ödüle layık görülüyor. Şarkılar eşliğinde katedrale giriyoruz. Katedral muhteşem. Bir zamanlar cami olarak kullanılmasına rağmen camiden hiçbir kalıntı bırakılmamaya özen gösterilmiş. Kale çevresinde Osmanlı dedelerimizden kalan camilerin kalıntılarına ulaşıyor ve dedelerimize Fatihalar gönderiyoruz. İbrahim paşa camii ve mahkeme camiinin son kalıntılarını ve kitabelerini resimliyoruz.
Bugün ikinci durağımız Vişegrad Kalesi, Osmanlı dedelerimizden iz bırakılmamış bir kale. Tuna nehrinden geçen her ne ise görebilecek bir alanda korumalı bugün bile zorlanarak gezilen bir kale. Korku insana neler yaptırıyor görmek ve anlamak için buraları gezmek görmek lazım diye düşünüyorum. Kaleden bol bol tuna fotoğrafı çekerek iniyor ve Sentedre'ye doğru yol alıyoruz. Sentedre alışveriş için uygun. El sanatları yöresel ağaç oyma işleri ve gastronomi merkezi. Öğle yemeklerimizi burada yedikten sonra Budapeşte'ye akşam saatleri dönüyoruz.
Son gün çok yoğun ve yorucu olacak. Önce birinci dünya savaşında bu topraklarda kalan şehitlerimizi ziyaret edeceğiz. Sonrada Bugaç turan kurultayına katılarak Türk devletlerinin düzenledikleri 12 Türk turan kurultayına katılacağız. Heyecan dorukta. Bu katılacağımız ilk kurultay. Budapeşte'de Türk şehitliğini bulmamız zor olmadı. Şehitlik bakımlı şehitlerimizin yaş ortalaması 20 yaş altı ve Osmanlı tebasında her milletten din ve ırktan genç dedemiz ilayı kelimetullah için canlarını seve seve vermişler.Minnet ve şükranla dualarımızı yaptıktan ve hatimler indirdikten sonra yolumuz Bugaç'a doğru uzanıyor. Yaklaşık iki saatlik bir yolculukla düz ovada pamuk, ay çekirdeği ve mısır üzüm bağlarının arasından Bugaç'a varıyoruz.Bu sene 27 ülkenin aktif olarak kurultaya katıldığını öğreniyoruz.
Çadırlar kurulmuş. İnsanların zaruri ihtiyaçları için tüm alt yapı hizmetleri eksiksiz yapılmış. Almanya Avusturya Belçika ve Macaristan'dan kurultaya gelen soydaş ve dindaşlarımızla muhabbetimiz gerçekten takdire şayan.
Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan, Tataristan, Moğolistan, Yakutistan, Türkmenistan, Uygur Türkleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Dağıstan, Rusya ve birçok Türk boyu temsilcisinin yanında Türkiyeu00b4den ve Avrupau00b4nın çeşitli ülkelerinden gelen soydaşlarla buluşmak farklı bir duygu. Yaşamak lazım. Anlatarak olmaz diye düşünüyorum. Kurultayda bir süre bulunduktan sonra akşam uçağımıza yetişmemiz gerekiyor. Akşam THY uçağı ile ülkemize sağ salim dönüyoruz.