Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.84
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Ekim 2019

Hira ve Olimpos Kavgası!

Rahmetli Cemil Meriç’in bir sözü çok manidardır ve bugünün çocuklarına da ışık olacak bir vasiyet hükmü taşır: “Bu kavga Hira Dağı’nın çocukları ile Olimpos Dağı’nın çocukları arasındadır”. Modern zamanların çocukları farkında mıdır bilmiyoruz ama kavga devam ediyor ve kavgayı maalesef kaybetmek üzereyiz. Çünkü Hira Dağı’nın çocukları henüz Hira Dağı’nın çocukları olduklarının farkında değiller, hangi dağın mensubu olduklarından maalesef bihaberler.

Acı olan şu ki Olimpos Dağı’nın çocuklarının tarihsel hafızası henüz taze ve nereye ait olduklarının bilincindedirler. Haçlı-siyonist şuuru hala diri ve hala canlı. Bir zamanlar Kudüs’te, Konya’da, İstanbul’da, Bağdat’ta, Kut’ül Amare’de, Polatlı’da, Dumlupınar’da üzerimize kalabalık ordularla geldiklerinde gereken dersi kendilerine vermiş ve hepsini evlerine geri göndermiştik. Bazılarına da bu topraklar mezar olmuş, geri dönmek gibi bir lükse dahi sahip olamamışlardı. Ancak bugün durum değişik. Savaş sahada yani er meydanında vuku bulmuyor artık. Savaş ekonomik ve kültürel planda veriliyor. Bir toprak parçasını fiilen işgal etmek emperyalistler için artık pahalı bir yöntem. Vekalet savaşları veya terörle ya da ekonomik sömürü yöntemleriyle hedef ülkelerin gardını düşürmeye ve parçalamaya çalışıyorlar.

Tabi kültürel işgal ve yabancılaştırma gibi yöntemler de işin soft kısmını oluşturuyor. Bir ülkeyi fiziken işgal etmek yerine o ülke insanının ahlakını, dinini, inançlarını, göreneklerini, yaşam biçimini, tüketim alışkanlıklarını, aile yapısını, cemiyet hayatını zehirlerseniz askeri işgal yönteminden daha başarılı sonuçlar elde etmeye başlıyorsunuz. Sizin gibi inanıp sizin gibi yaşamaya, sizin gibi tüketmeye, sizin gibi düşünmeye başladıklarında mesele zaten kendiliğinden çözülmüş oluyor.

Bugün AVM’lere gidin. Oralarda konumlanmış mağaza ve restoranların kahır ekseriyetinin yabancı sermayeli olduğunu ve yerli marka adı altında faaliyet yürütenlerin de küresel sermayenin yerli taşeronları olduğunu çok rahat göreceksiniz. Giydiğiniz kot pantolondan bindiğiniz arabaya, yediğiniz hamburgerden içtiğiniz meşrubata kadar hemen hemen her şeyin bedeli çok uluslu şirketlerin kasasına akıyor. İş bununla da bitmiyor bu eksende oluşan tüketim kültürü sizi kendi köklerinizden koparıyor bambaşka düşünen, bambaşka yaşayan ve bambaşka inanan varlıklar haline getiriyor.

İnandığınız gibi yaşamayınca bu defa yaşadığınız gibi inanmaya başlıyorsunuz. Ayran yerine kola, yer sofrası yerine bar taburesi, sade ve tesettüre uygun giyim yerine son derece havalı ve şuh kıyafet, namaz vakitlerine göre değil de sinema seanslarına ayarlı bir zaman planlaması…. Bolca tüketim, az düşünme, çok harcama, doyumsuzca ve fütursuzca. Aile yerine flört, aşk ve sevgi yerine ucuz zevkler, sadelik yerine gösteriş. Tevazu yerine kibir, şükür yerine “daha fazla, daha fazla” diyerek isyan! Eee bizden geriye ne kaldı? Öyleyse neden yaşıyoruz? Bizi biz yapan değerler hayatımızın içinde bir anlam kazanmıyorsa başkalarının değerleriyle ayakta durmamız mümkün mü? E bu durumda ha işgal edilmişiz ha ekonomik ve kültürel olarak sömürge haline getirilmişiz! İki durum arasında ne fark var?

Sen senden olmayan gibi inanıp düşünmeye ve hatta onun gibi yaşamaya başladığın anda zaten savaşı kaybetmiş olmuyor musun? Ders kitapların senin yazmadığın bir tarihi sana dayatıyor. Alışverişe çıkıyorsun senin üretmediğin, üretemediğin ürünlere para harcıyorsun. Zamanını tüketim kölelerinin tapınakları AVM’lerde öldürüyorsun, ibadet yok, düşünce yok, gayret yok, zamanını boş işlerle heba ediyorsun. Kitap okumuyorsun, gazete okumuyorsun, dergi okumuyorsun. Batılı şirketlerin cebine koyduğu bir oyuncakla akşama kadar adeta bütünleşiyorsun, insanların yüzüne bakmıyorsun, dostun arkadaşın sadece sosyal medyadakiler kadar.

Şunu hatırdan çıkarmamamız lazımdır ki tüketim alışkanlıklarımız ve kullandığımız teknolojiler hızla inançlarımızı, düşüncelerimizi ve yaşam biçimimizi zehirliyor. Adeta bizleri köleleştiriyor. Bu kirli çarktan kurtulmanın tek bir yolu var. Yaşamı sadeleştirmek ve tekrar eve, camiye, doğaya, aileye, insana dönmek. Ellerimizdeki cep telefonlarını, ceplerimizdeki kredi kartlarını, altlarımızdaki otomobilleri savurup atmadığımız müddetçe bu kirli çarktan kurtulmamız mümkün değil. İşe bu basit deneme ile başlayabiliriz ha ne dersiniz? Bir deneyin bakın hayatınızda neler değişecek!