Hilâlin Gölgesindeki Sızı ve Mutsuzluk Komedyası
Eyvah ki biliyorum Tanrım
Meleklerin bilgisizliğine inat
Ben diye diye kıyamete kadar
Zeytinle incire
Henüz doğan aya and olsun ki
İnanıp iman ettiğimi
Dil bu, daha ne kadar anlatacak?
Hayrettin Orhanoğlu-Mutsuzluk Komedyası
Mahzun bir bayramın habercisi olan ıssız bir Ramazan ayına girdik. Çocuklarımız yaş sınırına takıldığı için ziyaretlerimizi yapamayacağımız, büyüklerimiz yaş sınırını aştığı için davetlerimizi gerçekleştiremeyeceğimiz yani Türk-İslâm geleneğinin anlamlı bir öğesi hâline gelen misafir ağırlamanın eksikliğini daha ziyade hissedeceğimiz buruk bir Ramazan… Diğer taraftan Allah’ın insanlığa ikramı olan mübarek zamanlarda duaların omuzlarında yükselen ve şen çocuklar gibi gülümseyen mabetlerimizin, terk edilmiş uzak bir dost gibi içleneceği bir Ramazan…
Biz yağmurda ıslanmayı özleyen ruhların yağmuru izlemeye mahkûm edilmesini nasıl okumalıyız? Hikmetin nimete evrildiği yeri bulmak için ne yapmalıyız? Mensubu olduğumuz zaman diliminin adı hasret ise, bu hasretten bir vuslat çıkarmanın ya da hasreti vuslattan aziz kılmanın talep edeceği anlam dünyasına sahip miyiz? Burası Muhyiddin İbn Arabi’nin Füsûsu’l Hikem’ inde “aynaya bakıp bir görüntü gördüğünde aynaya bakıp aynanın kendisini de görmeyi dene ama onu hiçbir şekilde göremezsin.(s.38)” diyerek işaret ettiği seviye sınırı olabilir mi?
Tefekkür, elimizden tutup bizi bilmediğimiz güzelliklerin bahçesine ulaştırabildiği gibi, çıkmaz sokaklara da götürebilir. Biz bu düşünce ikliminde bazen kendimizi boğulurken buluruz. Ramazan’a iki gün kala, düşünceden düşünceye atlarken böyle bir darlık hâli yaşadığımı fark ettim. Bir an, değil yağmurda ıslanmayı artık onu izleyebiliyor olduğumuzdan bile endişe ettim. Yaşanan ezânın bizlerde bir karşılık bulamadığını, bu mahrumiyeti boşuna çekiyor olduğumuzu düşünerek kahrolurken kapı çaldı. Genç bir çocuk, elime ince bir paket bırakıp kaçar gibi uzaklaştı. Gelen, kalbimi düştüğü karanlık kuyudan hızla çekip çıkaran bir kitaptı. Çıra Yayınları’ndan Şakir Kurtulmuş, bu defa da Hayrettin Orhanoğlu’nun son kitabı “Mutsuzluk Komedyası”nı yollamıştı. Bir dosta sarılır gibi elimde tuttuğum 96 sayfalık kitap tekrarı olmayan, tek perdelik bir oyunun şiir dilinde anlatılmasıydı. Kitabı ilk okuyuşum, mısraları üzerinde uzun uzun beklediğim şiirlere dair bağımsız bir okuma yapmak şeklinde gerçekleşti. İkinci okuyuşumda bir tragedya içerisinde buldum kendimi. Faust’ta şeytanla insan arasında yaşanan mücadele burada da var. Şeytan, “Mutsuzluk Komedyası” nın ilk sayfalarında yer alan naat ve münacatı söylerken Tanrıyla arasındaki muhabbetin bozulmasının sebebini merak ederek insanı daima kötüye sevk edeceğini ilan ediyor. Hırs, zaman, uzaklık, bekleyiş, irade, kuşku, unutuş, acı, korku, düş, sabırsızlık gibi kavram oyuncuları, naat ve münacattan hemen önce lirik bir dille tanıtılıyor; bilinmeyen o zamansızlığın içerisinde henüz Âdem ile Havva yaratılırken insana ait bütün bu nitelikler, kitabın arasına serpiştirilen küçük şiirlerde gizli. İnsanın beklentisi, umudu, kendi yankısıyla konuşması, kaygısı… Âdem Aleyhisselam modern birey olarak günümüz insanı gibi düşünülürken “iki ölüme dair ilk tirat”, “yankı kapısı”, “ahsız yakarış”, “yazgının seyri” “yine insan, yine suç ve ceza”, “var olmanın ihtimalleri” gibi uzun ve başlıklı şiirler insanın ve şeytanın diyaloglarını taşıyor.
Karanlık bir odadaki kapı aralığından sızan ışık gibi elime bırakılıveren bu kitap, okumanın güzelliğini yeniden düşündürdü bana. Sadece çocukları ve gençleri değil, insanları da yoldan çıkarmak için tasarlanmış bu kadar olumsuz örneğin tesirlerini ancak zahmetli ve nitelikli bir okuma ile aşabileceğimizi, farkındalık dediğimiz hadiseyi kitaplarla kazanabileceğimizi hatırlattı. Özellikle kalbi inceltme ayı olan Ramazan’da insan ruhunun vitamini olan kelimeleri, edebiyat ve sanat okumaları dışında meal, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf okumaları yaparak kendimize bir nur kılabileceğimizi söyledi. Dış tesirlere, taklide, kopyaya açık bir mizacın sahibi olan insan farklı okumalar yapmadığı takdirde kendini geliştiremez, yenileyemez ve ruhunu doyurabilmek adına çirkin girişimlere müracaat eder. Söylediği sözler de sloganik bir ezberin ötesine geçemez. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vaktini en çok hibe ettiği oluşumun Ashab-ı Suffe olması, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir meseledir.
Selam ile