Hidayet makamına açılan kapılar
Fatih Camii'nde benliğimizi sarmalayan fetih ihtişamının gölgesinden bir başka tepeye doğru yol almaya çalışıyoruz. Her adımda fethin izlerini gördüğümüz sokak aralarından, Bozdoğan Su Kemeri'nin yanından, bu güzel beldenin ruhunu yansıtmaktan çok uzak Büyükşehir Belediye Binası'nın karşısından Şehzadebaşı'na çıkıyoruz. Kanunu00ee'nin genç yaşta(22) kaybettiği oğlu Şehzade Mehmed adına yaptırdığı Şehzadebaşı Camii'nde Mimar Sinan'ın (çıraklık eserim dediği) hüzünlü duyguları taşlara işlediği külliyenin yanından geçerek, Süleymaniye'nin buram buram tarih kokan daracık sokaklarına dalmak istiyoruz. Fakat meşhur Süleymaniye Evleri'nin yerine, tarihimize duyarsızlığımızın resmiyle karşılaşıyoruz, her gün biraz daha kimliksizleşen ve betonlaşan yapılar arasında. Ebul Vefa Hazretleri sıkışıp kalmış "vefa"sızlar sokağında.
Ve kandilinin halesinden istifade etmek üzere bir tepeye vardığımızda Muhteşem Süleyman'ın 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan'a (kalfalık eserim dediği) yaptırdığı Muhteşem Süleymaniye Camii'ne ulaşıyoruz. Mimarların piri Sinan'ın, Kanuni Süleyman'ın azametini göz önüne getirerek, adeta "taşlara hayat verdiği!" muazzam bir cami.
Bu muhteşem eserin terasından İstanbul'a Yahya Kemal Beyatlı gibi bakmaya çalışıyoruz, fakat nafile. Ne o ruh var, ne de Beyatlı'nın seyrettiği o güzel İstanbul. Cümlelerimizin kifayetsiz kaldığı bu noktada ise sözü, Beyatlı'ya bırakıyoruz:
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. / Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! / Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. / Nice revnaklı şehirler görülür dünyada, / Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. / Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada / Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatanu2026"
Taşların ruhlara hayat üflediği efsunlu tepe!
"Süleymaniye'de Bayram Sabahı"değil şu anda fakat, Süleymaniye her gün bayram yeri sanki. Süleymaniye Camii; gökyüzü gibi geniş kubbeleri, Arş-ı u00c2la'ya yükselen ve hüzün dağıtan minareleri, musluklarından kevser akan şadırvanı, hidayet makamına açılan mihrabı, kandilleri hiç sönmeyen gökyüzünün yeryüzündeki ibadetgahı ve Cennet'teki Beytül Ma'mur Köşkü gibi cezbetmekte görenleri. Efsunlu güzelliğiyle İstanbul'u kendine aşık eden, hayran bırakan maddi ve manevi duruşuyla, gönüllere nakşediyor tarifsiz güzellikleri...
Tarihten kopup gelen rayihaları solumak, yabancı kavramların kargaşasından arınmak, gönlünüzü serinletmek istiyorsanız hemen koşun Süleymaniye'ye... Cümle cemaat bir olup Haliç'i, Boğaz'ı, Hünkar Sarayı'nı, Üsküdar'ı, Beşiktaş'ı, Tophane'yi, Galata'yı, Kasımpaşa'yı seyre dalın... Fetih ve Nu00fbr Su00fbreleri'nin kubbelerden kalbinize sağanak gibi aktığı mana iklimine bırakın kendinizi... Sakın unutmayın! Fatihalarınıza katın; Kanunu00eeleri, Sinanları ve gök kubbenin altında yatanları..
Velilerden bir velinin makamındayız
İstanbul'u anlamanın, yaşanabilir bir mekana dönüştürmenin keyfi, bütün yorgunluklarımızı alıp götürüyor bir tepenin diğer ucuna koşarken... Manasızlıklardan sıyrılıp tarihimizle kucaklaştıkça İstanbul adeta şaheserleşiyor. Tarihle izbeliğin birbirine karıştığı sokaklarda yürürken, payitahtın ilk konakladığı (Fatih Sultan Mehmed ilk sarayı buraya inşa ettirmiş) mekanın üzerindeki İstanbul Üniversitesi çıkıyor karşımıza, Beyazid Meydanı'na çıkmadan önce. Arkasından üniversitenin önündeki abidevu00ee kapı ve bahçesindeki 19. yüzyıldan kalma Yangın Kulesi.
Beyazid Meydanı, imparatorluktan günümüze kadar birçok siyasal ve toplumsal olayın vuku00fb bulduğu tarih sahnesidir aynı zamanda. Ve çevresindeki her şeyi gölgede bırakan bir selatin caminin yanındaki Veli Sultan'ın makamındayız. Adeta bir medeniyet kompleksine girmiş gibiyiz. Bütün dağınıklığına rağmen Beyazid Külliyesi'nin ne kadar kapsamlı bir eser olduğu gözümüze çarpıyor sağımıza ve solumuza baktığımızda. Bir tarafında İstanbul Üniversitesi, bir tarafında Çınaraltı ve Sahaflar Çarşısı, bir tarafında Beyazid Medresesi, bir tarafında Beyazid Devlet Kütüphanesi, bir tarafında Vakıf Hat Sanatları Müzesi, bir tarafında külliyenin hamamı, bir tarafında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, bir tarafında Kapalı Çarşı ve caminin kıblegahındaki ulular silsilesi... Mihrabın önünde II. Beyazid (Sultan Beyazid Veli), solunda kızı Selçuk Sultan, sağında Tanzimat Fermanı'nın mimarı Mustafa Reşid Paşa...
Beyazid Külliyesi'nin yapımına 1500'de başlanmış, 1505'de bitirilmiş. Mimarı hususunda ihtilaflar var. Değişik kaynaklara göre Mimar Hayrettin, Mimar Kemaleddin ve Yakupşah isimli mimarlar tarafından yapıldığı sanılmakta. Külliye; Beyazid Camii, aşhane-imarethane, sübyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam ve kervansaraydan mütevellid.
Yine bir rivayete göre külliyenin merkezindeki Beyazid Camii'nin açılış merasimi için toplanan cümleden açılış duasını gerçekleştirmesi için "aranızda bugüne kadar hiçbir sünneti terketmeyen kimse var mı?" diye sorulduğunda, sadece caminin banisi II. Beyazid öne çıkar. Yaptırdığı vakfiyenin açılış duasını yapmak böylece kendisine nasip olur. Ve bu olaydan sonra "Velu00ee" mahlasıyla anılmaya başlanır.
Sarrafların vitrinlerini sönükleştiren nu00fbr halesi
Bayezid Külliyesi'ndeki ziyaretimizi bitirerek, Sahaflar Çarşısı'nın içinden geçerek, Kapalıçarşı'ya ulaşıyoruz. Çarşının tarihe meydan okuyan kubbelerinin altından geçerek, sarrafların vitrinlerini süsleyen enva-i çeşit altın takıları izleyerek bu defa da Nu00fbruosmani Semti'ndeki bir başka kandile ulaşıyoruz. O başını hiç eğmeyen duruşuyla başbaşa kaldığımızda, sarrafların vitrinlerini süsleyen takıların cazibesi sönükleşiyor 7 Tepeli İstanbul'un kandili Nu00fbruosmaniye'nin yanında. O ki, "Osmanlı'nın Nu00fbru" Nu00fbr-u Osmanu00ee...
Caminin iç mekanına adımımızı attığımızda, semadan yivlenerek 172 pencereden süzülen nu00fbr haleleri; ustaların çekiç sesleri, duvarlardan kalkan toz bulutlarının izlerine rağmen içinizi kuşatıyor. Mihrabın sağından başlayarak bütün kubbenin etrafını kuşatan mermere oyulmuş Fatiha Su00fbresi, Kur'an-ı Mübin'e teslimiyetin görünmez kapılarını açıyor.
Kapalıçarşı, Cağaloğlu ve Çemberlitaş arasında kalan Nu00fbruosmaniye Camii'nin yapımına 1748 yılında I. Mahmu00fbd zamanında başlanır. Fakat bu ulvu00ee yapıyı tamamlamak, Sadrazam Mehmed Said Paşa'nın gayretleriyle 1755 senesinde III. Osman'a nasip olur. Külliye ve caminin Mimarı Mustafa Ağa, Sinan'ın Topkapı Sarayı'ında kullandığı barok etkiyi kendi ölçüleri içerisinde burada uygular. Eser, Türk Barok Mimarisi'nin ilk ve en büyük eseri olmasının yanında, şadırvansız yarım daire şeklindeki iç avlusuyla, diğer camilerden farklı olan mihrap çıkıntısıyla, 12 sütun üzerine oturtulan 26 metre çapındaki devasa kubbesiyle, Arş-ı u00c2la'ya yükselen zarafet abidesi minareleriyle, devrin en ünlü hattatlarının gönül ve ellerinden hayat bulan bezemeleriyle, nadide el yazması eserleri ile dimağları çağlar ötesine taşıyan kütüphanesiyle adeta bir görsel şölen sunuyor.
Ebedi istirahatgahlarında medfu00fbn bulunan Sultan I. Mahmu00fbd, Sultan III. Osman, Şehsuvar Sultan, şehzade ve sultanlar torunlarının dualarına muhtaç bir edayla "Hesap Günü"nü bekliyor.
Unutulmayanlar safına katılan Sultan
Çemberlitaş'tan ilerleyip, tramvay yolunun kenarındaki onlarca Osmanlı eserinin arasından geçerek Sultanahmed'in yolunu tutuyoruz. Ve "7 Tepeli İstanbul"un gezimiz boyunca katettiğimiz son tepesindeyiz. Burası medeniyetler mozayiğinin hemdem olduğu; bir tarafı fethin gerçekleşmesiyle ilk Cuma Namazı'nın (Fethin üçüncü günü Cuma günü Fatih, Ayasofya'ya gelip ilk Cuma namazını askerleriyle beraber kılmıştır. İmamete İstanbul'un fethinin manevi mimarı Akşemseddin geçmiş, ilk olarak Fatih namına hutbeyi de O okumuştur) kılındığı Fatih Sultan Mehmed'in Vakfiyesi Ayasofya, bir tarafı Sultanahmed Camii.
Sultanahmed Camii'nin külliyesi henüz 14'ünde iken Osmanlı tahtına çıkan ve 14 yıl hükümdarlık yapan I. Ahmed tarafından, 1609-1617 yılları arasında Mimar Sinan'dan sonra Türk mimarlığının meşalesini zirveye taşıyan Mimar Sedefkar Mehmet Ağa'ya yaptırılır.
Dindarlığıyla bilinen Sultan I. Ahmed, Yüce Rabbine şükrünün ifadesi olarak dedelerinin İstanbul tepelerinde yükselttiği ibadethanelerden daha görkemli bir mabed yaptırmak ister. Evliya Efendi, Aziz Mahmud Hüdai, Kara Sümbül Efendi, Kalender Paşa, Kemankeş Ali Paşa ile birlikte temel duasına iştirak eden Sultan I. Ahmed, caminin temeline ilk kazmayı vurarak, eteğiyle toprak taşır. "Ya Rab, Ahmed kulun hizmetindedir" duasını temeline katarak bugün seyrine doyamadığımız, manevi hazzından kendimizi alıkoyamadığımız şaheserin meydana gelmesine öncülük eder.
Sultanahmed Camii külliyesi; medrese, daru-l kurra, sıbyan mektebi, arasta, hamam, imaret, darü'ş-şifa ve türbeden oluşur ve merkez yapısı bir dış avluyla çevrelenir. Cami, mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezenmesinden dolayı Avrupalılarca "Mavi Camii" olarak anılmaktadır. Her köşesi ayrı bir sanatla bezeli Sultan Ahmed Camii, bütün zarafetinin yanında 6 minaresiyle de bir ilk olma özelliğini taşır.
Sultanahmet Camii, büyüklükte yücelişin, zarafetle ihtişamın, imanla samimiyetin bütünleşip kaynaştığı ulu bir mabeddir. Onun alçak gönüllü ve dindar banisi caminin tamamlanmasından kısa bir süre sonra, külliye binaları tamamlanmadan vefat eder. O gündür, bu gündür her vakitte minarelerden yükselen ezan sesleri, oluk oluk akan insan selleri, dualara kalkan mümin elleri, dış avlunun kuzeydoğusunda yatan zatı unutulmayanlar safına katar.
İstanbul'u altından daha kıymetli kılan
Biraz ileride ise hüzünle izliyor bizi Topkapı Sarayı, yüzyıllar ötesinden... Şehzadelere söylenen ninniler... Dünyaya huzur için yazılan fermanlar... Sultanlardan dilenen amanlar... Su00fbrre Alayları ile kutsal topraklara gönderilen selamlar... Önüne sermiş planını "şu tepede de okunsun ezanlar" diyor Sinanlar... Sefere çıkan ordu için ellerde Kur'an'lar, gönüllerde dualar... Kendinden geçmiş Topkapı'yı seyrediyor semalar... Belkide... Belkide içinden; "dünyanın gözbebeği, taşı-toprağı altın İstanbul" diyerek geçiyor kendisinden. Ne suyu, ne toprağı, ne boğazı, ne adaları; semaya yükselen kandilleridir, müjdeli şehir İstanbul'u altından daha kıymetli kılan.
Geçmişimizi geleceğe taşıyan tarihi eserlerimizin beslendiği ruhu anlayabilirsek, fethin ruhunu çözümleyebilir, gelecek nesillere aktarabiliriz. Onun için içimizi ısıtan ve ışıtan bu kandiller asla sönmesin. Yoksa Filistin'i, Bosna'yı, Irak'ı, Mısır'ı, Libya'yı, Tunus'u, Suriye'yi dahası İslam coğrafyasını yangın yerine çeviren ateş bir gün bizim içimize de düşer. Ve işte o zaman arşın gölgesinde gölgelenecek, günahlarımıza ağlayacak kuytu bir köşe dahi bulamayabiliriz. Vesselam.