'Hiçbir zaman sol da olmadım, sağ da!'
Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem.
Sözle yazıyla kazanılmayacak savaş yok…
Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: Telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, sevmeye alıştırmak.
Bir kılıcın kazandığı zaferleri bir başka kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete.”
Merhum Cemil Meriç “aydın” sorumluluğunu böyle anlatıyor:
Son seçim sürecinde şunu gördük ki, bizdeki “aydın” tiplemesi, gazetelere, ekranlara yerleştirilmiş ve bol bol reklamı yapılan “ayrıcalıklı” kesim, halkın çok çok gerisinde.
“Güç odaklı” yaşıyor, güç odaklı konuşuyor, “maddiyata” dair beklentilerine hangi güç odağı hizmet edecekse, oraya göz kırpıyor.
Onun için doğru-yanlış mühim değil.
Mesele çıkar meselesi, başka hiçbir şey değil.
Böyle olmasa, sözde desteklenen kalp ile de destekleniyor olsa, “Dost vaktinde uyarandır!” denilir…
Ve “hatalara”, “eksikliklere” gerektiği zaman işaret edilir.
Şimdilerde, bir özeleştiri furyası var ki…
“Kamyon devrilmeden neredeydiniz ey yarı aydınlar!” diye haykırası geliyor insanın!
***
Geçmişimden bugünüme baktığımda, nerede “risk” almaktan çekinmişsem, “Ortada kuyu var, yandan geç” tavrına girmişsem, “pişmanlık” kalıyor bu güne…
İyi ki, 28 Şubat’ın o karanlık günlerinde “tehditlere” aldırış etmemişim.
İyi ki, o günlerde sürekli olarak “Serdar Kardeşim, bak; gençsin, cevvalsin, hareketlisin… Sana yazık olur. Heriflerin her dedikleri hüküm, seni bir anda bitirirler!” diye diye “korku” üfleyen müvesvis kişilere itibar etmemişim.
Eminim ki, benim iyiliğim için “Tehlikeli işlerden uzak dur!” tavsiyesi boca eden bu “dostlardan” çoğu şimdilerde rahmetli.
Ömür dediğin ne kadar ki?
Ne diyor türküde;
“Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor!”
Ne kadar ömrümüz var ki, neyi, ne kadar koruyabileceğiz?
***
Geçmişime baktığımda, “pişmanlık” haneme ya da, daha doğrusu, “ders çıkartma” haneme yazılan hallerim arasında “fazla keskin olmak” da bulunuyor.
Merhum Cemil Meriç’in tavsiyesi;
“Öfkelenmemek ve kışkırtmamak!”
Nefis bastırdığında, fena halde öfkeleniyorsun.
Karşı tarafta gördüğüne yüklendikçe yükleniyorsun.
Üslubun bozuluyor, kötü örnek oluyorsun.
Ve istemeden de olsa, kışkırtıyorsun!..
Genç bilebilse, yaşlı yapabilse!..
Oyun yaman bir oyun:
İnsanları “solcular” ve “sağcılar” diye ikiye ayırmışlar.
Her iki tarafa da kıvam vermişler;
Sağcının da solcunun da açık renkli olanları var, koyu renkli olanları var.
Merhum Cemil Meriç, “Hiçbir zaman sol da olmadım, sağ da… Böyle bir sınıflama sokaktaki adam için geçerli olabilir ancak” diyor.
“Aydın” ne solcudur, ne sağcı.
Hakikati arar, aklı ve kalbi ne diyorsa onu yapar.
Salt akıl, yolu şaşırtır.
Akılsız kalp, insanı duyguların seline kaptırır.
Tek kanatla uçamaz, yere çakılır kuş.
İki kanat muvazeneyle hareket edecek; birbirlerine destek olacak.
Süzüleceksin göklerde.
Kimileri, kafes içindeki muhabbet kuşunun konforuyla yaşamayı tercih eder.
Yemini, suyunu verirler, dişlerini kaşıman, oynayıp eğlenmen için bir şeyler de yerleştirirler kafesine.
Bitlenirsen ilaç bile sıkarlar kaşınma diye, o kadar düşünürler seni.
Ev içinde dolaşmaya izin verenleri de vardır, kuş sahiplerinin.
Kafes ve biraz daha geniş kafes, ev.
Kuşun aklı olsaydı, hangisini tercih ederdi acaba;
Ölene kadar dış tehditlerden uzakta, ekmek elden su gölden kafes hayatını mı, yoksa ormanda her türlü tehlikenin ortasında özgürce uçmayı mı?
Bizdeki “aydın” tiplemesi, kafes hayatını tercih ediyor.
Bol yem, bol salata, bol su…
Bitlendiğinde de, fıs fıs ilaç!
***
En büyük sıkıntımız, “aydın” sıkıntısı desem, ne dersiniz?
Yakın tarihteki “kahraman” entelektüellerle idare ediyoruz.
Kafesten seslenenlere de “aydın” diye, itibar ediyoruz!