Dolar (USD)
35.26
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2966.83
BIST 100
9848.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Heyecan ve çocuk

Heyecan (L’emotion), isteklerimize uygun olan veya olmayan bir durumun aniden ortaya çıkışı nedeniyle bizde oluşan manevi ve organik karışıklıktır şeklinde tanımlanabilir.

Heyecan, olayın oluşu sırasında aniden ortaya çıkan ruhsal durum için de kullanılabilir. Korku örneğinde bu durum belirmektedir. Korkuya benzer tüm durumlar heyecan çarpması (emotion-choc) oluştururlar ki bunların özelliği aniden belirip, kısa sürmesi ve tüm organizmayı etkilemesidir (Gövsa).

Heyecan, basit, sade fakat yeteri derecede doğru olarak bütün organizmanın sarsılmış, alt üst edilmiş halidiye tarif edilmiştir. Yani heyecan beklenilmeyen ve bilinmeyen bir uyarıcıya karşı vücudun bir parçasının değil bütün organizmanın verdiği tepkidir.

Çeşitli heyecanlanma biçimleri vardır. Ancak bunların iç organlar üzerinde yaptıkları değişikliklerin pek farklı olmadığı ortaya çıkmıştır. Heyecanlara karşı vücudun dış değişikliklerinin farklı olabileceği düşüncesi yaygındır.

Esasen heyecan, egonun isteklerine ket vurulduğu, önüne set çekildiği ve bu boşuna uğraşma duygusu hasıl olduğu zaman beliren duygudur (Cole ve Morgan) şeklinde de tanımlanabilir.

Heyecanın mahiyeti hakkında merkez (La Theorie Centrale) ve çevre (La theorie peripherique) teorisi diye 2 görüş vardır. Merkez teorisi eskiden beri filozofların ve psikologların savunduğu görüştür. Bu görüşü savunmaları, duygu ve heyecanın, düşünce ve irade gibi insanın içinden yani merkezinden geldiğini ifade ederler. Materyalistler ve filozoflar heyecanın beyinden; ruhiyatçılar ise ruhtan geldiğini iddia ederler.

Çevre teorisi Amerikalı William James ile Danimarkalı Longue tarafından ortaya konmuş ve son dönem psikologları tarafından da hayli ilgi görmüştür. Onlara göre heyecan, organik veya daha kesin bir ifadeyle çevreseldir. Heyecan ruhun ve beynin bir işlevi olmayıp kalp, atardamarlar, böbrekler gibi organizmanın ve vücut sisteminin bir işlevidir (Gövsa). Bu nedenle duygularımızın asıl kaynağı, olaylar hakkında yaptığımız yorumlar, değerlendirmeler, iç konuşmalar ve onlara verdiğimiz anlamlardır (Özer).

Herhangi bir duygunun oluşumu 3 boyutlu olarak öne çıkar: Bunlardan ilki, duygu hali ile ilişkili görünen, kişinin genelde dış çevresinde oluşan bir olaydır. İkinci boyut fizyolojik düzeyde gösterdiğimiz davranışlar ya da tepkilerdir. Üçüncü boyut ise duygu sürecinin başlamasına neden olan dış çevre olayı ile ilgili geliştirmiş olduğumuz inançlarımız, olayla ilgili yorumlarımız, değerlendirmelerimiz, düşüncelerimiz, olaya yüklediğimiz anlamlar, özetle, olayla ilgili yaptığımız monologlar ya da iç-konuşmalardır.

Çocukken yaşadığımız olaylar ve duygular içimizde canlıdır; kargaşa ve gerginlik durumlarında çoğu kez yeniden etkinleşirler. Yetişkin yanımız bu deneyimlerin on yıllar önce gerçekleştiğini bilse de hepimizin içinde bulunan ve yetişkin olmayan yanımıza göre bunları sanki daha dün yaşamışızdır. Duygulara ilişkin belleğimiz bizi, var olan durumumuzda korkunun somut bir gerekçesi olmasa da korku dolu davranış ve tepkilerin çukuruna düşürebilir (Forward).

Heyecanların oluşumunda beynin etkin rolünün yanında onlarla ilgili fizyolojik değişmelerin temelinde de otonom sinir sistemi yatar. Sempatik (sympathetic) ve parasempatik (parasympathetic) bölümlerden oluşan bu sistem hem organizmayı acil durumlarda etkin kılar hem de organizmadaki fiziksel değişimleri ortaya koyar (Cüceloğlu). Yani sempatik sistem organizmayı heyecan karşısında normalin dışındaki durumlara hazırlarken parasempatik sistem ise vücudu bu tehlikeli durumlardan sonra eski haline döndürmeye çalışır.

Heyecanlar ile ilgili diğer önemli bir nokta ise bunların ifade ediliş şeklidir. Bu konu üzerinde de birçok gözlem yapılmıştır. Yapılan gözlemler hem öğrenmenin hem de biyolojik faktörlerin heyecanları ifade etmede etkili olduğunu ortaya koymuştur.

Bütün bunlardan hareketle diyebiliriz ki heyecan ve duygu arasındaki farklar net bir şekilde ortaya konulamamış ancak farklı bakış açıları geliştirilmiştir.

Maatteessüf çocuk ve ergen gelişiminde duygu ve heyecanları anlamaya çalışmak bugün dünden daha zorlu geçmektedir ebeveynler için. Çünkü dış çevre etkinliğini neredeyse tamamen kaybetmek üzeredir. Simülasyon dediğimiz yapay ve hiper gerçeklik olan sanal gerçeklik çocukların inandığı tek gerçeklik olma konumuna yerleşmiş durumdadır.

Ekrandan gözünü alamayan çocuk-ergenler, dış çevrenin ve içinde olan nesnelerin farkına varamayıp heyecanın zevkini kaybetme eşiğinde kendilerini bulmuş durumdalar. Kalıtımın direncini kıran çevre de ne yazık ki simülasyonlara mağlup düşmek üzeredir.

Denilebilir ki ebeveynlerin çocuklarına karşı sergiledikleri davranışların temelinde oluşan tepkilerde çocukların onlar tarafından fark edilir bu simülasyon gerçekliğinin ve heyecanlarının olmasını istemeleri yatar.

Çocuklar-ergenler, her türlü çocuk ve ergen-atar davranışların altında yatan bu hareketli hallerinin bir duygu mu yoksa heyecan mı olduğu kesin yargısına varmadan yanlış da olsa anlaşılmanın ayırdını istemenin özgürlüğünü elde etmek isterler.

Ebeveynlerse bilakis bu davranışları kategorize etmek gibi bir olgunluk psikolojisini –bilerek-bilmeyerek– uygulamaya çalışırlar.

Sonuçta anlamayan bir ebeveyn veya nankör bir çocuk/ergen tartışması sürüp gider.

Olması gereken durumlardan biri öncelikle çocukların kimliklerinden tecrit edilmesinin imkansızlığını anlamaktır. Akabinde zorunlu/geçici olarak ebeveynlerin kimliklerinden soyutlanmalarını bilmeleridir. Nihayetinde duygudaşlık bağlamında çocukların heyecanlarına ortak olarak bu durumların geçmesini sabırla beklerken arkadaş olarak sevgi ve adalet merkezli çözümler getirmektir.

Tarihin hiçbir döneminde rollerini icra etmek bu kadar zor-kolay olmamıştı ebeveynler için vesselam...