Hesabı verilebilecek kaynak kullanılacak
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati cumartesi günü ekonomist ve akademisyenlerle bir araya geldi.
Toplantıya katılan isimlerden büyük çoğunluğu sosyal medya
ve televizyonlarda yaptıkları yorumlarla mevcut politikalara karşı muhalif
olarak biliniyorlar.
Toplantıdan sonra gerek katılımcıların yaptığı açıklamalara
gerek ise kaynaklarıma dayanarak yaptığım değerlendirmeye göre konuşulanların
bugünün konusu değil yarını konusu olduğunu söylemek işten bile değil.
Ne demektir bu?
Vatandaşın şu anki derdi açıkça bir yıldır devam eden yüksek
enflasyon nedeniyle ortaya çıkan fiyat istikrarsızlığı...
Yani bir hafta önce alınan ürünü bir hafta sonra aynı fiyata
alamamak...
Bu her ürün için geçerli olmasa da çoğu üründe en fazla iki
aylık periyotta fiyat değişimi yaşandığını markete giden herkes görüyor.
Fiyatlama davranışındaki bozulmada şüphesiz dolar kurundaki
dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan maliyet değişimlerinin etkisi olduğu
gibi hızlı fiyat değişimlerinden yararlanmak isteyen ve hatta stokçuluk yaparak
fiyat artışını körükleyenlerin de etkisi olduğu ortada...
Vatandaşın, geliriyle daha önce temin ettiği yaşantıyı artık
sürdürümez duruma gelmesinin ekonomi üzerinde negatif bir etkisi olduğunu
söylemek bir hakkın teslimi olur.
Toplantıda bu konunun konuşulmamış olması çok ilginç.
Çünkü her gün ekranlarda ve YouTube hesaplarında vatandaşın
hakkını savunduklarını dile getirenler dut yemiş bülbüle dönmüşe benziyor.
Demek ki tek dert karar vericiler tarafından muhatap alınmak
ya da vatandaşın derdi üzerinden prim yaparak izlenme sayıları ya da
oluşturulan popülarite ile kazanç sağlamak.
Bakan Nebati’nin toplantıda açıkça belirttiği gibi en az bir
sene boyunca faiz artışı planlanmıyor.
Buna rağmen FED’in faiz artışına karşı hazırlık aşamasında olunduğu
da anlaşılıyor.
Bakan Nebati’nin birinci önceliklerinin ara malı üretimi
olduğunu söylemesi, aslında benim de onlarca yazıya konu ettiğim bu sorunun
çözümü için artık niyetin ortaya koyulduğunu gösteriyor.
Yurt dışından yapılan ara malı ile üretilen ihracat malları
Türkiye’nin istenilen başarıya ulaşmasının önünde büyük bir engel oluşturuyor.
Ara mallarını yerli üretmek zorundayız.
Ama bunu yapmak her şeyi yerlileştirmek demek değil.
Çünkü ne kadar istesek de her şeyi yerli üretim yapamayız.
Bunun da ekonomiye bir faturası var.
En belirgin örnek ise Almanya’nın tedarik zincirinden
kaynaklı olarak bazı ürünlerin üretimini yerlileştirme planlarının GSYH’sında
yüzde 10’luk bir düşüş yaşatacağını gerçeğinde saklı.
Düşünün her şeyi yerli üretiyorsunuz buna rağmen
kaybediyorsunuz.
Çünkü bazı malların üretimi için nitelikli ve ucuz iş gücünü
hemen sağlamanın zorluğu ile emtia ürünlerini temin etmek için lojistik
maliyetininyüksekliği temel sorun.
Yani bir madene bağlı üretimi madenin bulunduğu bölgeye
yakın bir yerde yapmanın sağladığı maliyet avantajı yerlileştirmek ile
sağlanamaz.
Kardemir Karabük ya da Ereğli Demir Çelik’in kömüre yakın
yerde kurulmasıyla üretim prosesindeki önemli bir ürün olan kömür maliyetinin
taşınma yükünden büyük ölçüde kurtulunmuş oluyor.
Somutlaştırılan bu örnek gibi binlerce mal olduğunu
düşününce yüzde yüz yerlileştirmenin ne kadar zor olduğu anlaşılıyor.
Yapılması gereken Türkiye’nin üretim gücüne uygun ürünleri
tespit ederek ithalat konusunda en çok mağduriyet oluşturan ürünlere öncelik
verilmesi.
Toplantı yapılan açıklamalara göre kamu bankalarına
yapılacak 51,5 milyar liralık sermaye artırımı tamamıyla bu iş için
kullanılacak.
Bankaların kredi kullanımında ortaya koydukları başı boş
tavır ülkenin kaynaklarının heba edilmesine neden oluyordu.
Kamu banklarının üzerinden sağlanacak bu krediler ile
teşvikler yoluyla ortaya koyulan imtiyazlar yerine, geri ödenebilir kaynaklar
ile risk yönetiminin planladığı görülüyor.