Herkes üniversite mezunu, herkes memur!
Sistemin bir yerini tamir etseniz, diğer yerinden patlak veriyor bir şeyler.
“Ona öyle buna böyle” durumları oluyor,
taleplerin ardı arkası kesilmiyor.
Tanzimattan bu yana yuvarlana yuvarlana gelen sistem kırk
yamalı bohça.
Nereye baksanız sıkıntı.
Sosyal medyadan “Hayırlı
Cumalar” diyorsunuz, altına dünyanın mesajı geliyor:
-Onlara kadro,
bunlara kadro, şunlara kadro…
*
Hemen herkes (haklı olarak) Devletimizden bir şeyler
bekliyor.
Devletimiz de, özellikle seçimlerin hemen öncesindeki
aylarda, bu beklentilerin karşılayabildiği kadarını karşılıyor.
Sistemin neresinden bakarsanız bakın, çatlak patlak
yusyuvarlak ilerlediğini, yuvarlana yuvarlana günü savdığını, problemleri
halıların altına süpürdüğünü görüyoruz.
Başlıktan ilerleyelim:
“Herkes Üniversite
Mezunu” dedik ya…
Bu eğitim işleri de bir âlem.
Bir vakitler, ortaokul mezunu“tahsilli” takımından sayılırdı.
“Ortaokul terk” cevabının bile mahallede epeyce itibarı
vardı.
Şimdilerde, üniversite mezunu olmak –bile- pek de bir mânâ
ifade etmiyor.
Birkaç üniversitemiz var, isimleriyle öğrencilerine,
mezunlarına “hava” katan.
Anadolu’nun “herhangi” bir üniversitesinde okuyan ya da
mezun olan “Hangi üniversite?” sorusuyla karşılaşmamayı ümit ederken…
“ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ”
gibi “markalardan” biriyse üniversite, isim mutlaka veriliyor.
Birçok sosyal medya hesabında, “ODTÜ Mezunu” yollu “vurgu”lar
görüyorsunuz.
Birkaç üniversiteye mensubiyetin “havası” atılıyor resmen,
diğer birçok “gariban marka”,
adeta gizleniyor.
Üniversite sayısını şuradan buraya çıkarttık, rakamı çok çok
büyüttük, herkese “şehrinde”, hatta “kasabasında” üniversite
okuma imkânı verdik.
Bu bir bakıma iyi oldu ama bazı sıkıntıları da beraberinde
getirdi.
Küçük ve orta ölçekli yerleşim birimlerinde, ev kiraları nasıl da patladı ve sosyal doku
nasıl da çatladı meselâ…
(Hemen geçip gidelim bu mayınlı tarlalardan!)
Efendim;
Eskiden üniversite sınavına girenlerin büyük bölümü “açıkta” kalırdı.
“Açık öğretim” kontenjanının artması, açıkta kalanların
sayısını epeyce düşürdü.
“Kapalı” üniversite sayısındaki artış da, öğrencilerimizi “ayazda” kalmaktan kurtardı.
Böyle oldu ama, birçok alandaki mezun sayısı hızla artınca
ve piyasa da bu kadar mezunu “ememeyince”
ihtiyaç fazlası “mezun üretimi”
meydana geldi.
Mezunlar, alanlarında iş bulmakta zorluk çekti.
Üstelik, çoğu da “vasıfsız
eleman” vasfı ile mezun olmuşlardı üniversitelerinden.
Özel sektör işverenlerinin çoğu, başvuruda bulanan
üniversite mezunlarına “Size asgari
ücret bile veremeyiz zira bize diploması olan değil, iş yapan eleman lâzım!”
dediler.
“Müşteriye ürünümüzü
vereceğiz, diplomanızı değil” bile dediler!
Üniversite mezunlarının çoğu, belli bir “statü”ye sahip
oldukları için kendilerine asgari ücret teklif edilmesini “hakaret” olarak gördüler öte yandan.
(“Koskoca mühendis”
mesela!..)
İnsan, ortaokul mezunu olarak bir işi girdiğinde, “en alt kademeden” başlamayı kabul eder,
öğrene öğrene yükselmeyi göze alır.
Üniversite mezunu ise, epeyce ilerlemiş yaşı ve kapı gibi
diplomasıyla bu muameleye katlanamaz.
Öğrencilerin çoğu, mezun olduklarında başlarına neler
geleceğini bildiklerinden, çareyi “devlete kapak atmakta” görürler.
Özel sektörde iş güvencesi yoktur, tatilin iznin çoğu vakit
belli değildir, hakkın hukukun güvencede değildir.
Devlet kapısı öylemidir ya;
Toplu sözleşmesiyle, iş garantisiyle, izni, tatili, mesai
saatleriyle büyük ölçüde “garanti”
sağlar insana.
Orada, ne uzarsın ne de kısalırsın umumiyetle.
Uzamakta gözü olmayanlar ve haklı olarak da kısalmak
istemeyenler genellikle “Devlet Kapısı”nı
tercih ederler.
Devlet kapısını tercih edenlerin hepsi böyle değildir,
elbette çok özel ve büyük marifet isteyen alanlar da vardır ama çoğunluk
meseleye “garanti iş, garanti maaş, garanti toplu sözleşme, garanti izin”
gözüyle bakar.
Bunun da anlaşılmayacak, yadırganacak tarafı yoktur.
Uzatmayalım:
Üniversite ve mezun sayısı hızla artmışsa ve öğrencilerin
kahir ekseriyetinin en büyük hedeflerinden biri “Devlete Kapak Atmak” olmuşsa…
Haliyle yığılma meydana gelir.
Sınavdan neredeyse yüzde yüz çekmen, sonrasında ise seni
hedefe ulaştıracak “dayı”yı bulman gerekir.
Normal zamanlarda dayıların hallerini hatırlarını
sormayanlar, “mülâkat” aşamasına gelirken, aramalara, hatta ziyaretlere
başlarlar.
Herkesin ailesinde, olmadı mahallesinde, şehrinde “dayılar” vardır.
Kimin dayısı daha dayı ise, o avantajlıdır.
*
Başa saralım mı yazıyı:
Herkesin üniversite mezunu olmaya çalıştığı, ailelerin de “oğlum
(ya da kızım) açıkta kalmasın, dört
yıllık bir yeri kazansın” diye habire kastıkları ve kastırdıkları bir ortamda…
Gençler, “dört
yıllık” bir bölüme kapak attıklarında, üniversite öğrencisi olarak toplumda
bir “statü” elde ederler.
Hayatı da en az dört yıllığına “ötelemiş” olurlar ve çoğunlukla da “aile baskısından” en az dört yıllığına kurtulmuş!
Kimileri, borç biriktirir dört, beş, altı yıl boyunca…
Geri ödemesiz olacak değil ya öğrenim kredisi…
Borçtu, borç faiziydi, ailen gönderdiydi, şuydu buydu, derken, sonradan “ismini öne
çıkartmak istemeyeceğin” bir üniversitenin dört yıllık bölümünü bitirmek için,
küçük bir servet harcatırsın kendine ve ailene.
Sonra?
*
Hiç unutmam…
Bir vakitler, gazetede oturmuş haber yazıyordum.
Bir genç geldi.
Benimle tanışmak istiyormuş.
Vaktim dardı, buna rağmen bir yarım saatimi ayırdım.
Genç dört yıllık bir bölümde okuyordu.
Hareketliydi, istikbal vaat ediyordu.
Kendisine “Okulu mokulu biraz gevşet; gel burada çalış,
düşükten başlar yükselirsin Allah’ın izniyle” dedim
Önceleri “İlle de
dört yılda bitirmem lâzım” modundaydı.
Birkaç ziyarette bu düşüncesinden vazgeçirdim, işe başladı.
Kısa sürede piyasada isim yaptı.
Müdür oldu.
Sınıf arkadaşlarından bazılarıysa, mezun olduklarında ona iş
başvurusu yapacak durumdaydı!
*
Herkesin dört yıllık üniversite mezunu olmaya çalıştığı bir
süreçteyiz.
Herkesin haklı olarak “devletten”
talepleri var.
Bu talepler gittikçe birikiyor, karşılanamaz hale geliyor.
Bir yerleri düzeltmeye çalışırken başka yerler bozuluyor.
Her çözüm adımı, başka çözümsüzlüklere yol açıyor.
*
Şu “dört yıllık”
üniversite ısrarından vazgeçmek çoğumuz için iyi bir başlangıç olabilir mi
acaba?
Tamam, canavar gibi ders çalışan bir çocuksa, gençse tamam
da…
Sonuna kadar devam etsin de…
“Maksat üniversite
olsun” diye de okunmaz ki üniversite…
Girilmez ki onca külfete!..
*
Kısa sürede randevu alabilmek için araya adam sokmak mecburiyetinde kaldığım “lise mezunu otomobil tamircileri” tanıyorum ben!