Herkes mağaraya
Zaman; an havliyle "la havle" çeker...Ona bir anlam katmadıkça. Anlamsızken koşar adım yaşar o da. Arkada kalana bakmadan. İnsan da koşmaktadır ona aldırmadan. Bir koşuyu/sa'yi hak etmeyen pek çok şeyin peşinde.
Hayatlar iş-güç, kazanma-harcama, tüketim-yatırım-birikim-gelecek-iş bulma-kariyer-ekmek-fatura-sınav sorusu-cevap anahtarları-ev-araba, alım-satım ve buna benzer kelimelerin çevresinde "say ve tavafa" dönüşür.
Dinginleştirilen bir aylık zaman "durup düşünme" ve "davranma zamanı!"dır. Bir dahaki hilale kadar, aylarca bu kadar sakinliği yakalayamama ihtimaline bir tedbir gibi...Merkezinden kopup kaçmış koşturmacalarını bir gözden geçirme zamanı.
Aslında oruç; doğru koşabilmek için biraz durmaktır. Ve yakalayıp o sobeleyişte; "kendini tutmayı" öğrenmek, bütün bir yıl bu ilkeli/bilinçli tutuklukla, az/öz düşünerek, yalana yanlışa çekingen, iyiye-doğruya atılgan, yalnızca insanlığa mecalli biri olmaktır.
İlk on gün açlığın epey zor bir şey olduğu anlaşılır. Şükredilmemiş tokluklar dizilir boğaza. Açlık gözüyle görür; nasıl da donatıldığını bin bir yiyecek ve içecekle...
Sonrasında tek açlığın bilinen açlık olmadığı anlaşılır. Şimdiye kadar neden tek yönlü açlık duygusuna kapıldığını sorgular. Başka susuzlukları, açlıklarını fark eder...Nasıl da aç bi'l aç bıraktığını görür ruhunu. Tek yönlü yaşamasına içerler. Asıl yanına yabancılaşmasına...Utanır. Çareler arar. Kör koşturmacalardan arınma çareleri.
Bir bir akla gelir artık daha önce o kadar da düşünmedikleri.
Yoksulun on bir ay yakalandığı zorunlu oruca biraz da aç gözlülüğün neden olduğunu... İhtiyaç adı altında her şeyi tıka basa doldurduğunu kalbine, eline, cüzdanına, kasasına, evine, dolabına...
Birilerinin açlık sınırına dayanan, başkalarının aç gözlülüğü ve sınırsız tüketim istilasıdır.
Daha güzel düşünebilmek için daha bir kaçmak ister.
İtikaf; kıyılarından kendine çekilmektir. Kendini köşeye sıkıştırmak için s-on günlerdir... Benliğinle halvet hali. Eksiğini, gediğini boykot etmenin s-on günleri...
Öz kimliğini göstermeden kendinden dışarı, hayata çıkmamak...
Beş üç bir...derken kendini sıfırlamaktır itikaf...Sıfırdan başlamaktır...Besmele gibi olmak...
Besmele deyince aklıma düştü yine hocamızın öğrettiği bir hayat formülü. Derdi ki; "Başında besmele çekebildiğiniz işleri yapın, çekemeyeceklerinizi de yapmayıverin. Besmele budur!"
Yaşadığımız günler hayata yeniden bir "bismillah!" çekeceğimiz günler. Sil baştan gecesini, kader anı'nı arıyor olduğumuz...
Aldatan kalabalıktan doğru sözlü sakinliğe yürümek. İç içe katlanarak yalnızlığına sarılmak. Evrenden çevreye, çevreden merkezine çekilmek...Geri çekilip en ileriye atılmaktır, itikaf.
Allah ile kapalı görüşme...
S/on günler...Şimdi o önderin peşine düş ona göstermeden. Yaptığının aynını yap! Hz. Peygamber as son on gün hayatın kıyısına, düşünmeler denizinin, gelmeler, gitmeler, çalkalanmalar ve durulmalar denizinin sahiline; itikafa çekilirdi.
Olamayışının üstüne yürü! Bir türlü tam olgunlaşamamanın paralanmış şımarık muhafızlarına görünmeden, kendine sız. Kemali'nin hayaletine. Taş heykeline. Tekamül'ün kutsal meydana giden ve henüz hiç girmediğin, görmediğin yollara. Kendinin arka, dar, çamurlu, lambası kırık, pis sokaklarına...
Ütopyana kaç! Ki o gerçekleşmemek için kasden nazlanandır. Saklambaç onun karakteri. Senden sana saklanmak ve hep bir özlem olmak. Hep daha iyiye, daha doğruya ve güzele değiş, dönüş, ol ve öylece öl diye.
Sığın mağarana! Kent diye, uygarlık diye sürüldüğün bütün barbarlıklardan.
İçindeki "okuma, anlama, anlamlı yaşama isteği ve bu arzuyla kendini sıkıştırıp durman" senin "cebrailin"dir, okuma meleğin, okuma melekendir.
Gelmiştir!