Herkes kitaplıdır aslında
Herkes adı belli olmasa bile kitaplıdır. İlla bir defteri vardır. Yaşama verdiği anlam kazınmıştır hafızasına. Ya da anlamsızlık… Yazılı olmasa, yayınlanmasa, adsız, kapaksız da olsa herkesin bir, belki bin kitabı vardır.
Herkes herkesle veya istediği ile görüşür, konuşur. Hayatı, hayatının anlamını veya anlamcıklarını kiminle paylaşmak, kimin penceresinden de görmek istiyorsa onlarla… Fakat zannederim ki her insanın bir onları, bir de o su vardır. Olanı biteni onunla değerlendirmezse doğru düzgün yaşamaya devam edemeyeceği biriciği. Beslendiği kaynağı… Beslendiği ve kendini büyüttüğü…
Bilmiyorum herkesin gara gaplı kitabını nereden aldığını, bulduğunu… Dolmuşa dinlediği bir şarkıdan-türküden mi, bir feylesofun zihniyle didişmesinden mi, ağır bir metnin altını çizdiği, üstünü çizip geçemediği derinlikten mi, şiir kitaplarından mı, bir ideolojinin kurucu metninden veya bilimsel makaleler yığınından mı? Popüler bir televizyon programından bile hayatının anlamını alan bulan olabiliyorsa… Bir çikletin kağıdında yazandan etkilenebiliyorsa bir insan…
Herkes kendi kitapçığını, etkilendiği bölümünü, bir anlamda kendi “sureciğini” ezberine almış gidiyordur hayatta.
Bir mümin olarak benim hayatımı aldığım kitap Kuran’dır. Sureler; ilahi okuma bölümleridir. Gündelik hayatta namazda, bir anlamda hayatın bir kıyısına beşer onar dakikalık çekilmelerde hatırlanan, okunan ilahi cümleler. Bazen üç bazen beş ayet.. Şayet bir insanla dolu dolu konuşmuş olsak iki çift laf ettik deriz. Veya güzel muhabbetti deriz. İşte o türden bir karşılaşma, bir buluşup görüşmeyi andırır çok farklı bir kıyasla olsa da. O tadı bırakan bir muhabbettir bu…
O muhabbetin muhafazası olan sureler, gündelik hayata değişmez gündemleriyle damgalarını vurur giderler. Tekrarlanırlar. İlgili olaylarda geri gelirler konularıyla. Her zaman bir seccadede değil. Kimi zaman yolda. Mesela tramvayda giderken. (Başkasıyla konuşmadığımız çoğu zaman o içimizdeki seslerden biri kimin sesidir?) Yaşadığımız güncel olaylar hikmetli cümlelerle anlamlanır. Şayet müminsek o hikmeti en başta Kuran’dan alırız. Bu refleks, İncil’ine düşkün bir Hristiyan veya ideolojisinin kurucu metnini ezberine almış diğer bir insandan farklı değildir.
Bir inancın sadece kalbi sıkıştıran bir duygusal yoğunluk olduğu iddiası onu hapse ve tutuklamaya yarar. Ki iman kalpten kalıba yayılımcıdır. İçerde kaynayıp taşandır. Dışa vurumcudur. Hayat kadar sıcak, günlük ve ömürlük taze bir harekettir. Sokağa, bir kenarda güneşlenen kediye dahası insana, sosyal hayata ve kamu meydanına elini kolunu sallaya sallaya inecek rahatlıktadır. Büyük güvenmenin getirdiği öz güven…
Bilincinizde, herhangi bir olgu hakkında söz konusu anlamlı cümlelerden kaynaklanmış belli bir aydınlık varsa tamamdır. Gelsin olaylar.
Hemen çoğu zaman o ışıma; doğru okumanıza, mesajı almanıza, olayların kabuklarını soyup özlerini bir güzel yudumlamanıza yetecektir. Olay başka türlü aydınlanacaktır. Aydınlık; olayın yerini, tarihini, saatini bilmekle olmaz. O hadisenin tarih kaydı, adli boyutu vb gibidir. Ayrıca olay kelimesiyle daha çok herhangi bir adi vakayı anlamamız da ilginçtir. Vakıayı “tesbit” etmek, sabitlemek, değişmeyeni bakımından değerlendirmek başka bir şeydir. Ve işte o küçücük, lafzı hızla ve kolayca telaffuz edilen hikmetler gün içinde dilimizde, kıyamımızda, oturuşumuzda yanımızda yöremizde dolaşır dururlar. Her biri hayatın değişmez ana fikirlerini bırakarak.
Bütün hayata bakışımızı oralardan besleyip büyütürüz. Geceden, gündüzden. Düşten, düşünceden. Her hamil/e yüklendiğini, taşıdığını doğurur, büyütür ve eylemleriyle hayata, sokağa çıkarır.
Bu sureler gündelik haber yorumları gibidir. Hayatı Allah (c.c.) ile birlikte yorumlamak gibi...”Kitab’ı anlamak kim? Ben kim mi oluyorum?” Tıpkı senim. Kul. Kül bir de...
Doğruları aldığımız hatırlatıcılar, zikirlerdir ayetler. Her şey hızla değişiyorken, değişim sıradanlaşmışken, doğruların değişmeden öylece dimdik durmasına ne kadar çok ihtiyacımız vardır üstelik. Yıkılmak bilmeyen yaslanılası bir dağa... Kuran – ya da siz hangi bilgi kaynağını yükseğinize koyuyorsanız- şehre inmiş dağımızdır. Hayatın ortasına yerleşmiş yükselişimiz.
Kolay değil, stratejik bir ülkeye sahip olduğumuzdan olacak hop oturup hop kalkıyoruz. Yani olaylar, olaylar… En çok olmuşların toprağında, en çok olacaklar göğünde gibiyiz. Tarih beşiğini bu topraklarda sallıyor. Bazen iç odada, bazen avluda. O kadar yakında... Zamanın veya mekanın yeni ögeleri, olup bitenler, yaşadığımız küçük büyük ölçekli mekanlarıyla ülkemiz veya dünya olayları o ilahi cümlelerin, ayetlerin bize yeniden indiği, gönderildiği topraklardır. Yaratan’ın kendi yaşadığımız çağa olan taptaze söylemini, şimdi, buracıkta ne söylüyor olduğunu hep o bilgi kaynağının evvelce bize yerleşmiş ve sürekli güncellediğimiz özlerinden anlamaya çalışırız.