Herkes kendisi mi?
Ne herhangi bir siyasi otoritenin kayıtsız şartsız daimî itaati, ne halkın hep-her zaman isyanı; bir var oluş biçimi olarak icra etmesinde bir denge aramamalıyız. Bulamayacağız. Kesin. Aksine itaat ya da isyan, bilinçle gerçekleşen bir ahenktir fikridir, idealize ettiğimiz şey. Bizden nefret eden otoriteleri gördük, yaşadık. Üniversite imtihanlarında, üniversite öğrencilik yıllarımızda ve sonrasında hayatın neredeyse kendisi, yarısı diyebileceğimiz kadar önemli olan işe girme arzumuz ve alınmayışlarımız esnasında, yıllarca biz de yaşadık bu zoru. Silah, polis, jandarma gölgesinde bir eğitim hayatı sürdük. Sırf şu anda bile zevkle bağladığımız başörtümüzün temsilinde bağlandığımız kalbi değerlere olan düşmanlık ve hayat hakkı tanımama politikası yüzünden. Dış güçlere, uzak şeytanlara gerek duyurmayacak kadar iç güçler, yanı başımızda biten, kamusal hayatımızın kolluk kuvvetliğini garip bir öfkenin mutantı olarak gerçekleştiren tiplerle beraber…
O zamanlarda hiçbirimiz devletin, milletin hiçbir kurumuna, caddesine, sokağına zarar vermedik. Bazen sessizce yürüdük. Birkaç edepli slogan attık. Başkalarının kutsal bildiği şeyler bizim için hiçbir değer ifade etmese de o değerlere saldırmak aklımızdan bile geçmedi.
Galiba biz kavgayı ve başkaldırıyı da yine ve hala bir insan olarak gerçekleştiriyorduk. Bize hayvan ve daha aşağı muameleler yapılmış olsa da insanlıktan çıkmamamızı tembihleyen değerlerimiz vardı. Benzer bir yasaklamayı farklı kesimler yaşadığında neler olurdu bilemiyoruz. Başörtüsü yasağının yerini dolduracak bir uygulama yaşatılmamış olsa da belki de biliyoruz, neler olacağını…
Demem o ki gençtik. Ancak aldığımız aile terbiyesi ve değerlerimizle olan bağımız isyan ahlakından dolayı bize, her türlü baskıya ve dayatmaya rağmen kendimiz olmayı, insan kalmamızı sağlayacak kudretteydi. Kast ettiğim şeyin siliklik ve kimliksizlik olmadığı çok açık. Şimdi ve buradayız. Güzel değişimlere açılmış temel, değişmez ilkelerimizle dimdik!
Bir de şu var. Her şeyi devletten beklemeye, beklemeye, beklemeye alışmış ergen bir halkın, devletine yönetmeyi öğretmedeki azmi ile, sıra sadece kendi iradesini kullanmaya gelince gösterdiği acziyet görülmeye değmezse de, yaşadıklarımıza buradan da bir bakalım… Durumlar gösteriyor ki; öteden beri bu coğrafyada bilmem kaç yıllık devlet geleneği olduğu bilinir. Fakat olgun halk olma, millet olma geleneği yok!
Gençlere sakin olun, sükûnet olmadan çözüm de olmaz, diyebilecek “yakınları” yok. Daima kışkırtma, daima slogan öneren uzak yakınlıklar var. Tabii her zaman ki gibi provoke birlikleri oradalar. Olay yerinde ve olay zamanında. Anında!
Böyle zamanlarda özellikle, herkesin kimliği siyasi aidiyetinden menkul olmakla kalmıyor, istisnasız herkes siyasetçi oluyor. Herkes devlet adamı. Kimsecikler halk adamı değil… Muhalif olmanın haklılıkla koşulsuz özdeşleştirilmesi sonucu muhalif olmayan herkes te “yancı”lıkla damgalanıyor. Etiketler hazır. İstemeden yapıştırılan ve sökülemeyen etiketler. Bu halk maskeye neden bu kadar kolay alıştı sanıyorsunuz.
Taraf olmayı birbirlerinin değerlerini değersizleştirerek kendi değerlerini yüceltmek sanan bir kitle var. Taraf olmayı zıt, kin ve nefret dolu halde sabah akşam sokak düzeyinde atışmak, sözü asla söz saygınlığında bırakmamak, sözü; tekme tokat, kazma kürek ve hatta birbirlerini kurşunlamak üzere, o amaçla kullanan kalabalıklar... Sosyal medya platformları sayelerinde tam bir kuralsızlık ve savaş meydanı… Eğer bir süre seyre dalınsa değil ülkede, bu dünyada yaşamaktan, yaşama sevincinden, üretim heyecanından bezdirecek derecede alçak bir düzeysizlikte ülkenin havasını kirletmeye devam ediyorlar.
Neler oluyor?
Aynı ülkede, şehir-semt, sokakta yaşayanlar olarak, neden herkes bir tarafta? Neden herkes zıt kutupta? Bilinçli seçimler ve has etkilenmelerden çok dışarıdan kurgulanmış, ne yaptığını sorgulamayan, ani tepkisellikle donanmış hazır piyonluklar, ezberler ve tekrarlar neden hep aynı derecede revaçta? Modası geçmemiş bir kişiliksizlik. Baskıdan yeni çıkmış yüzler ve kopyalanmış sahte vesikalıklar..
Bu durumda sorulası çok soru var. Onlardan biri belki şudur:
Gösteregeldiğin tutum, takındığın tavır, sosyal hayata çıkarken üstüne aldığın, sana bir ceket gibi giydirilen maske, belki persone denilen şeyi gittikçe kendi kişiliğin sanabilirsin. Gittikçe onu üzerinden çıkarmamaya, tenine, yüzüne, kimliğine işlenmiş, yapışmış halde bulabilirsin. Fakat sen hakikaten de o musun?
Ne var ki kimsenin kendisi olmadığı, hatta kendisi olmayı hiç düşünmediği bir kitlenin içinde adımızı, kimliğimizi, bir diğerinden farkımızı her an zikretmek zorunda kalan, eğer bir gün ezber yapmazsak yarına hafıza bırakmayacak bir dünyada yaşıyor gibiyiz.
Herkes neden sadece kendisi değil? Herkesin arkasında neden hep bir başkası var?
Kendisi olmak daha kolay ve güzelken… Müstakil ve saygın, emek emek yaşamak.