Dolar (USD)
34.08
Euro (EUR)
38.07
Gram Altın
2841.32
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Haziran 2024

​Her sözün vardır Türkçesi

Dilimiz uzun yıllar boyu bilimsel metinlerde Arapçanın, edebi metinlerde Farsçanın etkisi altında kalmıştır. Anadolu Selçukluları zamanında bu iki dilin gölgesi altında kalan Türkçemizin yerine resmi yazışmalarda Farsça kullanılmıştır. Bu etki, Osmanlı Devleti’nde daha garip bir duruma bürünmüş, resmi yazışmalarda üç dilin bir araya gelmesiyle Osmanlıca denilen bir terkip kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında bu kez Batı dillerinden Fransızcanın etkisi altına girmiş, başta İstanbul olmak üzere Fransızca eğitim verilen liseler açılmıştır. İlerleyen yıllarda Arapça ve Farsçanın etkisinden kurtulmak isterken Batı dillerinin öğrenilmesi zorunlu hale gelmiş ve bu kez okullarımızda İngilizce, Fransızca ve Almanca dersleri öğretilmeye başlamıştır.

Eski yıllarda bilimsel eserler Arapça yazılırken son yıllarda üniversitelerimizde de Batı dilleriyle ve tercihen İngilizce ile makale yazma, neredeyse bir mecburiyet haline getirilmiştir. Türk bilim adamlarımız, Türkiye’de yayında olan TV’lerde yapılan söyleşilerde ekonomi, tarih, siyaset, spor, din, felsefe ve daha başka alanlarda konuşurlarken kullandıkları terimlerin yarıdan fazlasının Türkçe olmayan sözcüklerden oluştuğu görülmektedir. Bunun nedeni olarak da Türkçenin bu alanlarda yetersiz olduğu iddia edilerek küçümsenmektedir. Şimdi burada sorulması gereken soru şudur: Türkçe, bilim, sanat, edebiyat, felsefe, siyaset, ekonomi… Konularında terimleri olmayan bir dil midir, ya da bu alanlarda Türkçe terim üretmeye yetmemekte midir?

Kanaatimce bu tutum, kendine güvensizliğin bir sonucu olduğu kadar, kendi dilini yabancı dillere göre daha az bilmekten de kaynaklanan bir eksikliğin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Güvensizlikten maksadım yabancı terimlerle konuşanların, ne kadar Türkçe olmayan kelime kullanırsa o kadar bilgili ve entelektüel görüneceğini sanmasıdır. Buna sebep olan da kendi dili olan Türkçeyi bilmemesinden kaynaklanmaktadır.

Türkçe, Türk diliyle konuşup yazmak, derdini Türk’e ait dille anlatmak anlamındadır. Her çocuk, doğduğu yerin dilini anne ve babasından, ailenin diğer bireylerinden işiterek öğrenir ve konuşur. Bu nedenle büyük şairimiz Yahya Kemal Türkçe için, “Bu dil ağzımda annemin sütü gibidir!” demiştir. Anne sütü bebek için ne kadar lezzetliyse, Türk vatanında doğanlar da konuşmayı öğrenip geliştirdikçe milletinin dilini aynı lezzette kullanabilmelidir.

Dil bilmek, sadece konuşmak demek değildir. Dil bilmek, o dilin tarihini, hangi aşamalardan geçtiğini, bugünlere nasıl ulaştığını, dil bilgisini, anlatım özelliklerini, anlam katmanlarını, biçim özelliklerini, imla kurallarını, noktalama işaretlerini… bilmek demektir. Bunları yeterince bilmeyen, konuşurken kendi milletinin dilinden annesinin sütü olma tadını alamaz, hatta kendi dilinin başka diller karşısında yetersiz olduğunu sanır.

Türkçe, terim ve kavram sayısı, anlam katmanları, şekilsel özellikleri, anlatım zenginliği… Bakımından zannedildiği gibi yetersiz bir dil olmayıp, aksine dünyada konuşulan en eski ve en zengin dillerden biridir. Sekizinci yüzyılda taşlara kazılarak yazılan Orhun yazıtları, otuz sekiz harfli Gök Türk alfabesiyle yazılmıştır ve bu yazıtlarda Türk kültürünün bütün unsurları anlatılmaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un on birinci asırda, Araplara Türkçe öğretmek amacıyla, Orta Asya’da yaşayan Türk boylarından derlediği sözcüklerden oluşturduğu Divanü Lügati’t-Türk’te sekiz bin sözcük bulunmaktadır. Üstelik Kaşgarlı Mahmud, bu sözlüğe henüz Müslüman olmamış Türk boylarının kullandığı sözcükleri ve artık kullanılmayan ölü kelimeleri almamıştır. Aynı asırda Yusuf Has Hacib’in Uygur alfabesiyle yazdığı Kutadgu Bilig isimli eser ise altı bin altı yüz kırk beş beyitten oluşan bir ahlak, öğüt ve siyaset kitabıdır.

Her üç eserde de Türkçenin bütün özelliklerini bulmak mümkündür. Özellikle daha eski tarihlerde yazılan Orhun Yazıtlarındaki dil özellikleri, Türkçenin çok eski çağlardan itibaren kullanılan ve yüzyıllar içinde gelişimini tamamlayıp olgunlaşmış bir dil olduğunu göstermektedir. Divanü Lügati’t-Türk’te geçen atasözleri, destanlar, deyimler, Türk tarihinden, Türk coğrafyasından verilen örnekler, Türkçenin ne kadar zengin bir dil olduğunu anlamak için yeterlidir. Kutadgu Bilig’de bilgi, ahlak, siyaset, Türk toplumunda uyulan görgü kurallarının anlatımı Türkçenin daha o çağlarda her tür konuya yeten bir sözcük yapısına ve dil özelliklerine sahip olduğunu göstermektedir.

Türkçenin bilim, sanat, din, felsefe dili olmadığı için yabancı dillere müracaat edilmesi gerektiğini söyleyenler, dilimize birçok yabancı terim girmesine yol açmışlardır. Oysaki Türkçemiz, bütün sosyal, fen ve tıp bilimlerinin terimlerini karşılayabilecek bir yapıya sahiptir. Bir felsefeci olarak yazdığım kitaplarımda felsefeyi Türkçe terimlerle anlatmaktayım. Felsefe bile Türkçe terimlerle anlatılabiliyorsa Türkçemiz, hem sanat hem bilim hem din dilidir. Yani her sözün bir Türkçesi mutlaka vardır. Yazımı Ziya Gökalp’in, bir şiirinden

“Başka dile uymaz annenin sesi

Her sözün ararsan vardır Türkçesi”

mısralarıyla tamamlarken, Milletimizin Kurban Bayramı’nı da kutluyorum.