Her şeyi Sayın Cumhurbaşkanı'ndan beklemek!
Sayın Cumhurbaşkanı, bazı dizilerle programlardaki berbat
işlere dikkat çekince, kanallara üst üste ceza kesilmeye başlandı…
Eskiden de kesiliyordu ama şimdi, “ikaz” gelince gaza
basıldı.
Devamı gelir, umarım.
Takipteyim!
Bir de, şu “fırsatçılık”
meselesi…
Sayın Cumhurbaşkanı,
“fırsatçıların” üzerlerine daha da kararlı bir şekilde gidileceğini ,
bunlara ağır yaptırımların uygulanacağını söyleyip, vatandaşı da “boykot”a davet edince, “haber” kanallarından bazıları gaza
bastı…
“Fırsatçılık” meselesini sadece “Ana Haber” bültenlerinde
değil, “herkesin aynı şeyleri söyledikleri” ve “söylediklerini tekrar edip
durdukları” “tartışmama programları”
da “ana konu olarak” işlemeye başladı.
Memleketimizin özellikle
son yıllardaki hali böyle; Sayın Cumhurbaşkanı, “ikaz”
etmese, bir konuya “dikkat” çekmese, pek de bir şey yapılmayacak adeta.
Belli yerlerde bulunanların hepsi, memleketteki en yüksek
Makam’dan işaret bekliyor adeta.
Sayın Cumhurbaşkanı “işaret” etmese, işler duracakmış gibi.
Sayın Cumhurbaşkanı el atmasa, hiçbir konuda mesafe
alınmayacakmış gibi.
Geçmişte, “otomobillere
cam filmi yasağı”nı kaldırtan da, “aşırıya” kaçan motorlu taşıtlar
vergisini düşürten de Sayın Cumhurbaşkanı’nın “ikaz”ı olmuştu,
Geriye dönüp baktım; siyasal iktidara en yakın gazeteler,
“motorlu taşıtlar vergisi” haberini şöyle vermiş, o günlerde:
“MTV artışında
Cumhurbaşkanı’nın sinyalini verdiği indirim için Maliye çalışmaya başladı.
Tartışma yaratan yüzde 40—68 arasındaki zammın yüzde 2-40’a çekilmesi
plânlanıyor.”
Evet, Sayın Cumhurbaşkanı o günlerde, “Ben yaptım oldu
demekle olmaz!” mesajıyla, MTV artış oranına karşı çıkmış…
Böyle olunca da,
motorlu taşıtlar vergisi “makûl”
seviyeye çekilmişti.
Peki, zamanın Maliye Yönetimi “makûl” olanı göremiyor muydu?
Her işe, ille de Sayın Cumhurbaşkanı mı el atacak?
Hâlâ devam eden şu başıboş köpek sorununun üzerine gidilmesi
bile, Sayın Cumhurbaşkanı’nın “talimâtı”
ile olmuştu.
Bu memlekette, bunca bakan, bunca yetkili var.
Her meseleyle Sayın Cumhurbaşkanı mı ilgilenecek?
Koca koca bakanlar, inisiyatif kullanamıyor mu?
Mesela…
İlgililer, yetkililer, Sayın Cumhurbaşkanı “ikaz etmeyince”
tâlimat vermeyince, televizyonlardaki yıkıcı, bölücü, aileyi tahrip edici,
ahlâk ifsad edici programlarla, dizilirle “mücadele” etmek için, şöyle canla
başla çalışamıyor mu?
Dönelim şu “fırsatçılık”
meselesine…
Asgari ücrete az biraz zam gelecek diye, sürekli olarak
etiket yükselttiği doğru bazılarının…
İlgili bakanlıklar, piyasada fiyatların şişmesine ve “enflasyonla mücadele”nin olumsuz yönde
etkilenmesine yol açan bu tür davranışlarda bulunanlara en ağır cezaların
uygulandığını…
Bundan sonra da uygulanmaya devam edileceğini, fırsatçılara göz açtırılmayacağını
defalarca, defalarca, defalarca en “veciz”
ifadelerle dile getirdiler.
Getirdiler ama…
Bunlar hâlâ söylendiğine göre, fırsatçılıkla mücadelede
başarıya ulaşılamamış demektir.
Kesilen cezalar, gerekli etkiyi oluşturmamış, caydırıcı
olmamış, “devede kulak” kalmış
demektir.
Dünyanın her yerinde fırtınalar estiren, berbat düzenleri
yıkan, yeni düzenler kuran koskoca Devletimiz…
Devletimizi yönetenler…
Dışarıda bu kadar etkiliyken…
İçeride, fırsatçılarla mücadelede yıllar yılı yeterince “etkili” olamıyor mu yani?
Süper güçleri caydıran Sağlam İrade, bunlar için yeterince
caydırıcı değil mi yani?
Bu “fırsatçılar”, bir “beka meselesi” olan “enflasyonla
mücadeleye”, bunca yıldır büyük zararlar verme cür’etini, cesaretini nasıl oluyor
da kendilerinde bulabiliyorlar?
Kimlere, nelere güveniyorlar?
Kâr hırsı, bu kadar mı gözlerini kararttı?
Gibi sorular işte…
Bütün bunları yazarken, aklıma, Başkent’teki yeni yeni
dikilen…
“Dikine dikine” dikilen…
Hem de, tam olarak yerleşime açıldıklarında, zaten epeyce
sıkıntıda olan trafiğin iyice kilitlenmesine sebebiyet verecek olan “çok katlı, pek çok katlı binalar”
geliyor…
Geçenlerde yurt dışında yaşayan bir arkadaşımla lâflarken…
Türkiye’den “konut” almak istediğini söyledi.
O yeni, yepisyeni, dikine dikine binalardan birinden “daire”
sormuş…
En düşük fiyatlısı, 8 milyonu aşkınmış…
Sonrası, 10, 15, öyle gidiyormuş…
Nice nice “konut”lar var, böyle…
Bu işin bendenizi birinci derecede ilgilendiren tarafı,
Başkent’in en merkezi yerlerindeki bu binaların tamamen yerleşime açılmasından
sonra, iyice kilitlenecek olan trafikle nasıl başa çıkacağım meselesi…
O konutlardan alabilmenin sınırında gezenler ise, fiyatların
yüksekliğinden şikâyet ediyorlar.
Şimdi şöyle düşünün…
Birisi o konutlar aldı ve kiraya vermek istedi.
Diyelim ki, 10 milyon lirayı buldu, buluşturdu, aldı…
Kiraya verecek…
Sizce, 10 milyon liralık bir yatırım karşılığında aldığı o
yepisyeni, lüks evi, kaç liraya kiraya vermesi makûl olur.
Sizce kaç liraya kiraya verse, bir yatırımca olarak “akılsızlık” etmiş olmaz?
Herhalde az bir bedel çıkmayacak ağzınızdan…
“Mesela bir asgari
ücret karşılığı” demeyeceksiniz…
Epeyce yüksek bir rakam çıkacak ağzınızdan.
O yüksek rakam da, diğer kira bedellerini etkileyecek, öyle
değil mi?
Piyasa böyle böyle artacak…
O onu etkiledi, bu bunu etkiledi derken, karşımıza koskoca
bir problem çıkacak…
Şimdi…
Acaba?
O yepisyeni konutları o fiyatlara satanlar, o müteahhitler
de birer “fırsatçı mı?”
Yok, hayır, onlar öyle demiyor elbette…
Gidip, fiyat soranlara ve o fiyatları çok yüksek bulanlara,
başta arsa maliyetleri olmak üzere, her bir maliyet kaleminin çok yüksek
olduğunu…
Kendilerinin “işi çevirebilmek” için uğraştıklarını…
Aşırı kâr hırslarının söz konusu olmadığını söylüyorlarmış…
Ben de, bu işleri yapan arkadaşlara sorduğumda, maliyet kalemlerinin
aşırı yüksekliğinden ve sürekli olarak da yükseldiğinden şikayet ediyorlar…
Bu durumda, onların mal aldıkları yerler…
Arsalarını satışa sunanlar da, birer “fırsatçı” mı oluyor?
Bu aziz milletin bu kadar büyük bir bölümü, “fırsatçı” mı yani?
MANEVİ VATAN’ımız
bu kadar mı tehlikede?
Derken derken aklıma nice soru geliyor…
Mesela…
“Tarım Kredi
Marketleri”nin fiyat politikaları, niçin hepimizin yüzünü güldürecek
durumda değil?
Onların fiyat politikaları niçin diğerlerine “emsal” olacak
kadar farklı değil?
Mesela…
Bir vakitler esnaflarının “Ben siftah ettim, yandaki
komşumun henüz siftahı yok, lütfen oraya gidiniz!” dediği bir memlekette, “fırsatçılık” denilen nasıl oldu da bu
kadar yaygınlaştı?
Mesela…
Aileler bölünüyorken…
Boşanmalar artıyor, evlenmeler azalıyorken…
Evlenme yaşları iyice geciktiriliyor, insanlar gittikçe daha
fazla yalnızlaşıyorken…
Enflasyonla mücadele nasıl olacak?
“1 artı 1 konutların”
yaygınlaşması ve “enflasyonla mücadele
için” daha da yaygınlaşacak olması iyi bir şey midir?
Annelerimiz, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz bakıma
muhtaç hale geldiklerinde onları 1 artı 1 konutlara alabilir miyiz?
Alamazsak, onlara kimler bakacak?
Hepsini “huzur (!)” evlerine mi göndereceğiz?
O konutlarda “en fazla
kaç çocuğa” bakabileceğiz?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği gibi, bir “varoluşsal tehdit olan” doğurganlık
oranının iyice düşmesi ve nüfusun hızla yaşlanması meselesiyle nasıl başa
çıkacağız?
Bu konularla da, bizzat Sayın Cumhurbaşkanı’nın mı
ilgilenmesi gerekecek?
Memleketteki diğer yetkililer, kendi alanlarında inisiyatif
kullanıp çözümler üretemiyorlar mı?
Üretemiyorlar mı, yoksa böylesi kolaylarına mı geliyor?
Ah, aaah…
Bizim medyamız!
Bir kısmı “Erdoğan gitsin de memleketin başına ne gelirse
gelsin!” havasında…
Bir kısmı da, “etliye sütlüye” karışmama, pozisyon koruma ve
kollama derdinde…
Bizim gibi yazanlar, söyleyenler de…
Ne İsa’ya Ne Musa’ya!
Rabbim…
“Yaranma” derdi olmayanlardan eylediğin
için
şükürler olsun, Serdar kulunu.