Dolar (USD)
34.06
Euro (EUR)
37.94
Gram Altın
2803.80
BIST 100
9774.49
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Eylül 2024

Her şeyden haberimiz olmalı mı?

Herkesin dilinde, herkesin gündeminde bir dava, bir tahkikat: Narin Güran. Mevzum Narin Güran cinayeti değil medyamızın ve toplumumuzun yaklaşımı üzerine aslında. Kimimiz kahraman savcı, kimimiz usta bir hâkim kesildik. Olayı dört başı mamur çözdüğümüzü düşünüyor, her sabah ekran karşısında ahkâm kesiyoruz. Bir dosyanın kapağı aralanır aralanmaz, deliller sosyal medyanın dört bir yanına saçılıyor, tutanaklar manşetlerde çalkalanıyor. Sanki bu olay hepimizin gözleri önünde çözüme kavuşacak, sanki topluca bir dava filmi izliyor gibiyiz. Oysa, neyi izlediğimizin farkında değiliz.

Medya reyting uğruna önümüze her gün yeni bir kırıntı atıyor. Sabahın köründe kriminal uzmanlar, eski emniyet müdürleri, kendini bu işe adamış gazeteciler; ekranlarda boy gösteriyor. Öğlen tekrar ediyorlar söylediklerini, akşam haberlerinde ise manşet oluyor söyledikleri. Haber siteleri her detayı evirip çevirip farklı başlıklarla servis ediyor. Google News’te karşımıza çıkan haberler, her seferinde yeni bir suçlu ya da kurban yaratıyor. Ama asıl sorun burada başlıyor; medya etiği çiğnenirken, soruşturmanın temelleri de yıkılıyor.

Delillerin üstünde tepinmek, alenen konuşmak, tahkikatın gidişatını zehirliyor. Peki, kimse düşünmüyor mu? Bir soruşturmada hangi delil karartılırsa, işin içinden çıkılamaz? Herhangi bir hata, dava sürecini nasıl çıkmaza sokar? Bu detaylar artık herkesin önünde tartışılıyor, hassas bilgiler ulu orta paylaşılıyor. Olayların en ince ayrıntısına kadar ifşa edilmesi, hem soruşturmayı riske atıyor hem de toplumu derin bir paranoya ve güvensizliğe sürüklüyor.

Bu noktada durup düşünmeliyiz: Tahkikat toplumun gözleri önünde yürütülmesi gereken bir süreç midir? Herkesin, her şeyi bilmesi bu süreci daha şeffaf mı yapar, yoksa kaosa mı sürükler? Kriminal vakaların detayları gündelik tartışma konusu haline geldiğinde, toplumsal ruh sağlığı ne hale gelir? Bu soruları çoğaltmamız çok kolay.

Medyanın, kendisine biçilen görev ile sorumluluk arasında denge kurması gerekir. Haberin, bilgi vermekle sınırlı kalmayıp toplumu şekillendiren bir güç olduğunu unutmamalı. Oysa günümüzde, medya aracılığıyla şekillendirilen bu güç, toplumun psikolojik yapısını zayıflatıyor. İnsanlar, izledikleri haberlerden sonra adeta birer dedektif gibi olayları çözmeye çalışıyor. Ama gerçekte, medyanın gösterdiği sadece bir film, bir yanılsama. Soruşturmanın derinlikleri, medyanın parıltılı yüzeyinde kaybolup gidiyor.

Gerçek adalet, topluca tartışılan bir olayın sosyal medya gündeminde değil, soğukkanlı bir şekilde yürütülen adil bir süreçte bulunur. Herkesin gözleri önünde yürütülen bir dava, sonunda bir trajediye dönüşebilir. Çünkü bilgi güçtür; ama bu gücü kullanırken dikkatli olmazsak, kontrolü kaybetmemiz an meselesi. Her detayı bilmeye çalışmak, olayların perde arkasındaki gerçekleri unutmamıza neden oluyor.

Toplum olarak yaşadığımız bu durumu sadece bir davanın öznesi olarak değil, genel bir problem olarak görmek zorundayız. Tahkikatın toplum önünde yürütülmesi, her bireyin bir savcı ya da hâkim rolüne bürünmesine neden oluyor. Fakat unutmayalım, gerçek adalet sabır ve titizlikle inşa edilir; reyting kaygısıyla değil, dikkatli ve gizli bir süreçle sağlanır.

Sorulması gereken soru şu: Biz adaleti mi istiyoruz, yoksa medyanın sunduğu illüzyonun bir parçası olmayı mı seçiyoruz? Medya reyting uğruna adalet mekanizmasını zora sokmaya devam mı edecek? Bu konuda devletin yaptırımı ne olacak, yayın yasağından gizlilik ilkesine alınan tedbirlerin yetersizliğine nasıl çözüm bulunacak?