Her şey güzel mi oldu?
Harun Orak
“En iyi savunma hücumdur, kavgada önce vuran kazanır” sözlerini sıklıkla duyarız hayatımızda. Mücadelenin olduğu her ortamın ana taktiğini özetler aslında bu cümleler. Bir mücadelede hazırlığın, ekipmanın ve iş gücünün yan ısıra en önemli bileşenlerden biri de psikolojik üstünlüktür. Bu, görülmeyen ama belki de yarışın seyrini değiştiren en güçlü faktördür.
Son yerel seçimlerde kamuoyunca tanınmayan ve siyasette çok da eski olmayan bir ilçe belediye başkanının, hizmet karnesi başarılar ile dolu ülkenin son başbakanına karşı yarışını seyrettik. Bu yarışta ittifakların ve uzun süreli iktidarın etkileri gibi hususlar ayrıca değerlendirilebilir. Bununla birlikte 31 mart seçiminin çok az farkla neticelendiği de dikkate alındığında, üstünde durulmasını gereken en önemli konunun yeni söylem ile PR, eski söylem ile halk ile sağlıklı ilişki kurmak ve halkın içinde olmak olduğunu göz ardı edemeyiz.
O günün adayı, bugünün mevcut belediye başkanının pazardaki teyze ile diyalogu günlerce medyada dönmüştü. Sonrasında başka pazardaki amca, başka semtteki abla derken, tanınmayan belediye başkanımızın istese yapamayacağı tanıtım, rakipleri aracılığıyla yapıldı da yapıldı... Hatta “ağzının payını verdi” diye günlerce paylaşılan teyzemiz, sonra elleriyle yaptığı keteleri ikram edilirken görüntülendi. Zira, birkaç PR şirketinin yapamayacağı çalışmanın o gün rakipleri ile fazlası ile yapıldığının farkındaydı işi bilenler…
Sonra ne mi oldu? Küçük bir oy farkı ile kaybedilen belediye başkanlığı seçimi, tanınmayan başkan için gerekli tanıtım yapıldıktan sonra - arayıp da bulamayacağı mağdur etiketiyle - ciddi bir oy farkına döndü. “Pontus rumuy muş, soyadı şuymuş, Yasin okuduğuna bakmayın, dinden ne anlarmış” gibi merkeze alındığı her tartışmayı, muhtemelen reklamın iyisi kötüsü yoktur düsturuyla uzaktan gülümseyerek izledi. Merkezinde olduğu her polemik, geride bulunduğu oy farkını kapatmak bir yana oy farkı ile kazanmasını sağladı.
Evet, artık öyle yada böyle seçilmiş bir belediye başkanı ve bir görev süresi var. Bu süre içinde, dillerine doladıkları israftan kıstıkları ile İstanbul’a artı olarak neler yapacaklarını, az dedikleri metroları ne kadar artıracaklarını, TEM otoyoluna yapacakları megabus projelerini ve diğer vaatlerini gerçekleştirmelerini bekliyor olacağız. Kısacası, artık icra makamında olma sorumluluğunun ağırlığı seçilmişlerin omuzlarında. Verilen oylarımızın karşılığını izlemek ve gerekli değerlendirmeleri yapmak da beş yıl boyunca vatandaş olarak bizim boynumuzun borcu olacak...
Amma velakin, seçim sürecinde yapılan yanlışlıklara nedense tam gaz devam edildiğini görüyoruz. Bir hüküm vermek için yetersiz üç aylık bir zaman diliminde ‘’beter olun, her şey güzel oluyor mu he!, İstanbul sen bunlara mı layıktın, oh oldu size, hani her şey güzel olacaktı’’ gibi bir çok sözün, sosyal medyanın ve gündelik sohbetlerin vazgeçilmez cümleleri haline geldiğini görüyoruz.
Unutulmaması gereken şey şudur ki, öyle veya böyle 2023’e gittiğimiz şu süreçte, merkeze alındığı her tartışma mevcut başkanı sanıldığının aksine zayıflatmayacağı gibi seçmenini de konsolide edecektir. Bir diğer açıdan da yıllardır karşısında durduğumuz ‘’ ülke batarsa batsın ama yeter ki hükümet gitsin’’ diyen zihniyeti andıracak şekilde, başarısızlık için can atar vaziyette beklemek, yıllarını bu ülkeye vermişlere yakışmayacak davranışlardır.
Bir seçim kaybetmek ile dava kaybedilmez, ama bir seçim kaybettikten sonra kazanmak hırsıyla rakibe benzemek çok dava kaybettirir.
Benden söylemesi…