Her Seçim Bir Derstir!
Demokrasilerin önemli unsurlarından birisi olan seçmenler ülkemizde dört ya da beş yılda bir söz söyleme hakkına sahiptirler. Sandık başında sözlerini söylerler, ders verileceklere derslerini verirler ve sonra gelecek beş yıl içinde ne olup biteceğini seyretmek, izlemek üzere mecralarına çekilirler. Bu gelişmekte olan demokrasiler için geçerli olan bir durumdur. Daha ileri, gelişmiş demokrasilerde ise seçmenler sandıktan sandığa değil, iki sandık arasında da söz söyleme hakkına sahiptirler. Bazı gelişmiş batı ülkelerinde yerel referandum, geri çağırma gibi özgün yöntemler kullanılmaktadır. Yani oralarda halk seçimi beklemeden de bazı süreçlere müdahale etme hakkına sahiptir. Bizde böyle şeyler henüz yoktur. Herhalde biraz daha olgunlaşmaya ve zamana ihtiyacımız var.
Öte yandan bizde halk sevmediği ve hoşlanmadığı bir adaya da zaman zaman ülkenin makro meselelerini göz önünde tutarak oy vermek zorunda kalabilir. Ekonomik kriz, beka, terör bu meselelerden bazılarıdır. Oysa gelişmiş ülkelerin böyle bir sorunu yoktur, bulundukları coğrafya stabil, ekonomileri güçlü, geleceğe dair umutları da sağlamdır. Bizim bir başka şanssızlığımız ise tek bir kişinin hatırına bazen binlerce eblehi beslemek zorunda kalışımızdır. Sandıkta atılan oyuna sahip çıkamayan parti teşkilatlarına, milletin kendisine emanet ettiği kaynakları pervasıza saçıp savuran belediye başkanlarına, kibirden ayağı yere basmayan siyasetçi bozuntularına bazen eyvallah demek, kendilerini desteklemek, hatta kendilerine oy vermek zorunda kalırız. Çok hoşumuza gitmez bu durum ama katlanmaktan başka çare de yoktur. Her şeyin gelecekte daha iyi olması arzusuyla kan kusar, kızılcık şerbeti içeriz.
Bizim bir başka alışkanlığımız ise dedelerimizden aldığımız mirasla orantılı olsa gerek kolay kolay parti değiştirmeyiz. Mesela atamız babamız CHP’liyse biz de CHP’li olmak zorundayız. Başka alternatiflere yöneldiğimiz taktirde kendimizi “dinden çıkmış gibi” hissederiz. Mesela boğazına kadar pisliğe batmış, lağım kokularından dolayı sahillerinde gezilemeyen bir İzmir’i aman başka partiye kaptırmayalım diye akşama kadar pisliğin içinde oturmaya rıza gösteririz de başka partiye kat’iyyen oy atmayız.
Diğer taraftan bizde yerel seçimler nedense yerel sorunlardan çok makro meselelerin konuşulduğu bir atmosferde geçer. İstanbul’un trafik sorunu, Kocaeli’nin çevre kirliliği sorunu, bilmem nerenin yoksulluk sorunu umurumuzda değildir. Bu topraklarda 1071’den beri yaşadığımız beka sorunu Bursa’nın en ücra mahallesinde yaşayan Fadime teyzenin gündemine düşüverir bir anda. Oysa ki Fadime teyzenin evinde aşı, belki yetişkin oğlunun işi, beyinin ağzında dişi yoktur. Yoksulluğun ve işsizliğin azaltılmadığı her bölge terör örgütleri için açık avlanma alanıdır. Karnını doyurmadığınız, cebine harçlık koyamadığınız her vatandaş, her genç potansiyel birer asidir oysa. İşte esas beka sorunu burada başlar. Onun için yerel kalkınma, kent ekonomisi, kentsel gelişim önemlidir. Ama yerel seçimlerde bunlar hiç konuşulmaz.
Peki 31 Mart yerel seçimlerinin kaybedeni, kazananı kimdir? Bir defa seçimde en fazla oyu almak seçimin galibi olmak için başlı başına yeterli kriteri oluşturmaz. Nereleri kaybettiniz, nereleri kazındınız? Öncelikle buna bakılır. Mesela Doğu ve Güneydoğu’da Kürt seçmen tarafından Ak Parti’ye yönelen teveccüh Ak Parti açısından bir başarı olduğu gibi aynı zamanda bölgede bazı dinamiklerin değiştiğinin de açık alametidir. Ama İstanbul gibi büyük bir metropol iktidar partisi tarafından kaybedilirse isterseniz ülke genelinde yüzde altmış oy alın, bunun bir ehemmiyeti yoktur. Çünkü İstanbul Türkiye’nin özetidir, ülkenin kalbidir. Bu kalbi kim kazanırsa Türkiye’yi de o kazanır. İstanbul, Türkiye yüksek siyasetin yereldeki başarı kuluçkasıdır. Genel siyasette başarıya giden bütün yolların start noktası İstanbul’dur. Bütün partiler fikren İstanbul’da kurulur, fiilen Ankara’da hayat bulur. İstanbul Türkiye’nin gayr-i resmi merkezidir İstanbul’u kaybeden siyaseten çok şey kaybetmiş olur. Şimdiden seçim sonuçları hepimiz için hayırlı uğurlu olsun. (Yer kıtlığı nedeniyle daha fazla yazamıyorum, beni bağışlayın, gelecek yazıda birkaç kelam daha ederiz nasipse inşallah.) Hoşçakalın.