Her hayrın başı iyi niyettir!
Aileyi yönetmek devleti yönetmekten zordur diyen Montaigne, aileyi küçük bir devlet olarak tarif etmişti. Önceden anne baba ve çocukların yanında aile büyüklerine de aile derdik. Sonralarda aileyi anne, baba ve çocuk olarak “çekirdek aile” dedik. Şimdilerde ise tek ebeveynli aileler hatta erkek erkeğe, kadın kadına evliliklere bile aile demeye başladık.
Böylelikle modern dünyanın gazına biz de geldik.
Kadın ve erkeğin nikâh akdi akabinde oluşan aile insanlığın devamı değil miydi?
Bütün sıkıntılar, travmalar çocukluk yıllarından gelmiyor muydu?
Anne babasıyla iletişimi olmayan hayatta başarılı olabilir miydi?
İçindeki çocuğa söz geçiremeyenler büyüyebilir miydi?
Sınırı olmayanlar hayatın kendisine verdiği rolleri oynayabilir miydi?
Ailede sınırların ve rollerin karışması, örf ve adetlerin, tecrübe ve sözlerin etkisinin kalkması, batı kültürünün hayatımızda etkin olması, nesiller arası çatışmanın savaş durumuna gelmesi sorunları daha da derinleştirdi. Ne kadınları ne erkekleri ne de evlatları evlere sığdırdı. Anlamsızlık boşluğuna düşürdü.
Erkeği devlet gibi olup gözeten, koruyan, sahip çıkan, adaleti tesis eden, kadını ve çocuklarıyla millet gibi olup, o devleti ayakta tutan aileler mutlu ailelerdir. İçimdeki özlem de mutlu ailelerin artması üzerinedir.
Tolstoy bu gerçeği şu şekilde dile getirmiştir; “Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Oysa her mutsuz aile kendine özgü bir mutsuzluk öyküsü yaşar.”
Mutluluğun tek yolunun her bireyin rolüne sahip çıkması olduğunu bilmeliyiz. Aksi takdirde evlenen her gencin, tıpkı anne babaları gibi ayrı acı hayat hikayesi olacağını söylemek bir kehanet değildir.
Korona günlerinin akabinde evlerimizde mecburi olarak fazla kalmamızın hayatımızda bir etkisi olmalıdır. Nerde o geçmiş bayramlar diye başladığımız sohbetlerimize, bir sene öncesini aratacak söylemler eklememeliyiz. Ne zamanımızı ne de imkânlarımızı kaybetmeliyiz. Zira ne zamanımızın ne de imkânlarımızın tekrarı yoktur.
Dostlarımızla öyle yaşamalıyız ki düşman olduğumuzda bile, bizim aleyhimizde söyleyecek sözleri güzelliklerden başkası olmasın. Düşmanımız dediklerimizle öyle yaşamalıyız ki, bir gün dost olursak yüzüne bakacak, elini tutacak gücümüz olsun. İyiliğin karşılığının ancak iyilik olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.
Sarılmaya hasret kaldığımız, sevdiklerimize uzaktan bakmakla geçiştirdiğimiz, yalnızlığın en dibini gördüğümüz şu günlerimizde okuduğum en anlamlı sözlerden biri Aziz Nesin’ den oldu. Ateist olarak ölen dini tören istemeyen, mert insan olarak nitelendirdiğim Nesin’in sözünü yazmadan geçmek istemedim.
“Sarılmak neden güzeldir bilir misin? Çünkü sağ tarafta kalp yoktur ve orası devamlı boştur. Sarılınca sağ yanını O’nun kalbi doldurur.”
Dokunmak, sarılmak beraberliğin en uç noktasıdır. Sınırların gönüllü ihlalidir. Hele de evlilik akabindeki dokunuşlar iki bedeni bir edendir. Diğer yarımızı tamamlamasıdır. Tamama ermeyen her iş gibi, bedenin bütünleşmemesi de evlenen kişilerin dualarını tam yapmamalarıdır. Niyetlerini tam almamalarıdır.
Evlilik de bir ibadettir. Niyeti halis olmayanın ameli de makbul değildir. O halde tekrar niyet etmeli, seçip evlendiğimiz kişiye diğer yarımız gibi bakmalıyız. Ne demiş büyüklerimiz; “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.”
Bakmak dokunmakladır. Bilgi, ilgi, fedakârlık üzerinedir. İlgisi olmayan soru sormaz. Soru sormayan da anlayamaz. Soru sormak insanlığımızın önünü açan, engelleri aştıran, acıları paylaştıran, sevinçleri arttıran bir eylemdir.
Eylemi olmayan mutlu olabilir mi?
Sorusu olmayan öğrenebilir mi?
Geçinmeye gönlü olmayan niyet eder mi?
Emek olmadan yemek yok. Ağlamadan meme yok. Gülmeden mutlu olmak yok.
Zoru başarmak üzeredir insanın hali. Hâlbuki somurtmak zordur. Bütün kaslar işin içindedir. Gülmek ise kolaydır. Mutluluk üretir.
Hâsılı kelam her hayrın başı iyi niyettir. Dünya değişse de insan değişmemektedir. Beklentiler bedensel, duygusal tatmin üzerinedir. Bedeni ve duyguları tatmin olan da dünya yansa altında bir tutam otu olmayan mutlu insanlardır.
Ves-selam...